Poetik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Poetik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Şubat 2024

, , , , ,

Hüseyin Karacalar'ın "Sen Muş'ta Uzak Bir Kışta" Şiirinden Hareketle Şairin Şiirde Bireyselliği Üzerine

Hüseyin Karacalar ve Cevapsız Aramalar kitabı

Şiirlerini ve yazılarını severek okuduğum, takip ettiğim şairlerden birisi de Hüseyin Karacalar... Şairin şiir sunağından okuruna ulaşan şiirler şimdiye değin iki kitapta bir araya geldi. Cevapsız Aramalar ve Her Şey Geçtiğinde... Hüseyin Karacalar şehir, kent hayatı, modernizm, direnme, vazgeçme, uzaklık, yakınlık, yeniden başlama ve zaman gibi çeşitli konuları şiirinde işlemekte, söylemek istediğini bazen ince ama sert, bazen yumuşak bir söylem ile dile getirmektedir. Şairin şiir dünyasında şehrin ve kent hayatının, bu bağlamda gelişen insan ilişkilerinin önemli bir yeri vardır. Yazının merkezine Karacalar'ın “Sen Muş'ta Uzak Bir Kışta” başlıklı şiirini konumlandırıp, şairin şiirdeki bireyselliğini yorumlayacağım.

20 Ekim 2016

,

Şiir Bizim Neyimiz Oldu Biz Şiirin Neyi Olduk

Şiir, insanın varlık muhasebesine, aslî gayesini arayışına, mücerred olana - mutlak olana uzanışına, nefsin talim ve terbiyesine, hâsılı ruhun ve o ruh etrafında halkalanan her şeyin olmak ve bulmak keyfiyetine ev sahipliği yapan, dilin biricik  şubesidir. Doğu’nun Batı’ya karşı teçhizatlanmasında da, taarruzunda da, müdafaasında da, ilk hamlemiz şiir ile olmuştur. Şiir, namütenahiye ulaşma gayretimizin başında ve sonunda ruh iklimimizde remzlenmiş, ferdîlikten kendisini kurtarmış ve Agora’ya intikal etmiştir. Buradan hareketle şair ismini verdiğimiz cins beyin, talihi itibariyle vücudunun her noktasıyla olmuşu, olanı ve olacak olanı nabzında duyan ve kalbiyle yoğurandır.
Şâir hakikat ile temâs halinde olmalıdır. Bu yüzden şair, yirmi dört saatlik fani zaman kadrosunun açıkgözlülüğünü yapamaz. Başkaldırının şiirini yazmak yerine şiiriyle başkaldırmayı tercih eder. Cemiyetinin inhitatına karşı duran ve direnen odur. Fuzulî, Şikâyetnâme’sini yazarken cemiyetini şiiriyle ikaz etmeyi, imar etmeyi, inşa etmeyi düşlemiştir.

HANGİ ŞİİR

Evet, sorulması lazım gelen soru budur. Eşya ve hadiselerin, plastik dünyanın dışına çıkıp, aşkın olanı tutmak arzusunda olan ve insanı insana ikame eden şiir… İşte hangi şiir sorusunun cevabı. İslam her şeyi çerçevelediği gibi şiirimizi de çerçevelemiştir. İslam dairesi içinde bulunan her ferd dil ile ikrar ettiğini kalp ile tasdik etmek borcundadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırmak, memur ve mecbur olduğumuz biricik vazifedir. Şiirimizin de öncelediği bu rızadır. Öyle ki Türk’ün ruh kökünü röntgen camına tutup tahlile kalkıştığımızda görüp, görebileceğimiz yegane hakikat İslam’dır.

8 Haziran 2016

Şiirin Aradığı Şairin Bulamadığı

Şiir ve lisan birbiri ile yakından ilişkilidir. Lisanların kadimlik vasfına yücelmeleri ve yükselmeleri şiir sayesinde olmuştur. Çünkü şiir, lisanın talim sahası olduğu gibi lisanı kemale ulaştıracak ve onun bakir taraflarıyla oynamaya imkan verecek bir alandır. Şiir, bu yönüyle lisanın muhafazasında ve lisanın tekamül seyrinde çok önemli bir vazife icra eder. Lisan da şiirin bu vazifesine hareket imkanı tanıyarak onu rahatlatır. Doğu edebiyatı da göz önüne alınarak düşünüldüğünde mesele dönüp dolaşıp aynı yere varmaktadır. Mevzuyu Türkçe'ye ve edebiyatımıza getirmek istiyorum. Yazıya ait ilk tecrübe Fenike'nin alfabe ihraç etmesiyle başladı. Bu konuya işaret olarak Cemal Süreya'nın Ortadoğu isimli şiirinin birinci bölümünden şu mısraları paylaşabilirim: "çirkin kuşları ağulu böcekleri besledi / sayda'yı hatusas'ı troya'yı / alfabe ihraç eden fenike'yi / alfabe ithal eden ankara'yı" 

Dil kelimesi yerine lisan kelimesi ısrarla kullandığımı fark etmişsinizdir. Bunun nedenini açıklarken şu örneği vermek isterim. Örneğin, Katalanca İspanya'da konuşulan bir dildir, bir lisan değildir.. Katalan bölgesin de konuşulur. Fakat İspanyolca bir lisandır. Yabancı lisanlar ile komşuluk ilişkisi yaşayan veya bir şekilde yabancı lisanlar ile münasebet kurmuş her lisan ister istemez o lisanlardan kelimeler devşirir. Türkçe, tarih boyunca Arap ve Fars lisanlarıyla komşuluk etmiş ve pek tabii o lisanlardan kelimeler devşirmiştir. Doğu milletlerinin ruh röntgenini tetkik ettiğimizde göreceğiz ki ister Türk olsun, ister Arap olsun, ister Fars olsun, bu milletler birbirleri ile sıcak temas halinde bulunduğundan dolayı benzer hadiseler karşısında benzer tepkilerde bulunurlar. Bu yönü ile doğu bir bütündür. Örneğin Doğu'da ortak bir Leyla metaforu vardır. Gizlenen sırlar, açığa vurulan hisler benzeşiktir. Türklerin bulunduğu coğrafya itibariyle etkileşime açık olmasını, lisanına devşirdiği kelimelere bakarak olumsuz bir yargıda bulunmak ve Türkçe'nin asliyetini yitirdiğini düşünmek yanlış bir kanı olacaktır. Divan edebiyatını ve o döneme ait eserleri -öncelikle şiirleri- incelediğimiz zaman son derece sanatlı, gösterişli, her an kendisini talim eden bir lisan ile karşılaşmış olacağız. Divan edebiyatını gül, bülbül, kadeh, şarap dörtlemesi olarak görmek ve onu bu kadar sığ bir tarifle anlatmaya çalışmak en ölçülü ifade ile deliliktir.

17 Ocak 2016

, , , , , , , , , , ,

Quartier Latin'den Hareketle Fransız Şiirini Okumak


Quartier Latin, Paris’in meşhur semtlerinden birisi. Şöhreti Avrupa’yı aşan bir talebe mahallesi. Nihat Sami Banarlı’nın “Yahya Kemal’in Hatıraları” isimli kitabının “Fransa’da Şiir” bölümünde, Yahya Kemal, Quartier Latin’den şöyle bahsediyor: “1904’ten sonra, Quartier Latin’de, şiire gözlerimi açtığım vakit yirmi yaşımı doldurmuş bulunuyordum.” Yahya Kemal’in ifadelerinden de anlaşılacağı gibi, dönemin şiiri Quartier Latin’de yazılmakta ve ülkemizden de birçok şairi etkileyen sanatkârlar – akımlar bu meşhur semtte ikamet etmektedir. Fransız sembolizminin kuramsallaşması ise işte bu muhitte olmuştur.

11 Kasım 2015

, , ,

Bu Hüznün Mesnevisi Yazılmadı*

Onu anmaya ve anlatmaya onun kelimelerinden hareketle başlayacağım. Çünkü bazı şairler yeryüzünde kiracılığını doldururken, kelimelerini de alarak göçerler bu dünyadan. Mesela yort ve savul sözcükleri Ece Ayhan’ı, çile ve kaldırımlar sözcükleri Necip Fazıl Kısakürek’i, diriliş ve sağanak sözcükleri Sezai Karakoç’u anımsatıyor ve anlatıyor. Satranç, nehir, hüzün, andaç, ilkyaz, güz, İskender, terk, canerik gibi kelimeleri de birbirine eklendiği zaman zihnimizde travolta kesimi saçlarıyla ve daima bir ıssızlık hali olan gözleriyle bir şair portresi beliriyor. Satrançtaki ilk açılışı, ilk aşka benzeten ve artık geri dönüş yoktur diyerek devam eden bir şair. Evet, dönüş yoktur artık.
evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk açılış

artık dönüş yoktur
İlhami Çiçek, bir ilkyazdan koca bir güz yontan adam. Yirmi dokuz yıllık şiir yatağında gürül gürül akan bir ırmak. Hüznümüzde seğiren bir ağrı, kalbin orta yerinde çağıldayan bir çift göz. Terkisinde taşıdığı o kadim ve kabarık öyküye bizi de şahit tuttu. Yeryüzünün en meselesi, İlhami Çiçek şiirinin ana damarlarından birisiydi. İlhami Çiçek şiirlerinde inancın kavgasını veriyor ve inançsızlığı reddediyordu. Hayatın bir karşılığı olarak “satranç” isimli oyunu kabul eden şair, “göğe bezgin bakanların bir türlü öğrenemediği / bir oyundur satranç” mısralarında bu izahı belirginleştiriyor.

16 Mayıs 2015

, ,

Şiirdeki Çıkmaz ve Edebiyat Dergilerinin Jantiliği

Charlie Chaplin'in Modern Times filmi bu yazının bir dipnotudur.

Musluğu çevirirsin ve su akmaz. Önünde iki ihtimal vardır. Birincisi, suyu evinize taşıyan boruların içine bir şey tıkanmış olabilir. İkincisi ise şehrin suyu hangi kaynaktan temin ediliyorsa o kaynak kurumuştur artık. Bu örneği verişimin sebebi, bu durumları edebiyatımız ile karşılaştırmak ve sorunun nerede olduğunu anlamak. Okur kitlemin edebiyat dergilerini takip ettiğini varsayarak başlamak istiyorum. Umarım bu varsayımda isabetli hareket ederim. İkinci varsayım üzerinden başlarsam eğer...

Türk dilinin binlerce yıllık bir mazisi vardır. Kadim Türk medeniyetinin temellerini sahip olduğu yegane değer olan dili oluşturur. Bir kavim; sosyal, siyasal ve ekonomik yaşantısını dili nisbetinde düzenler. İnsan kelimelerle doğar, kelimelerle yaşar, kelimelerle düşünür ve kelimelerle yeryüzünde anılır. Bugün edebiyat musluğunu çevirdiğimizde musluktan su akmıyor, suya benzeyen ama bulantı verici bir kokuya sahip bir şey akıyor. Edebiyat şehrinin suyunu temin eden kaynak kurudu mu yoksa? Sözü uzatmaya gerek yok. Kurumadı. Bütün ihtişamıyla, bütün heybetiyle ve kadim tarihiyle o kaynak orada duruyor. Fransızların tabiriyle "camus" denilen hazine. Camus, sözlüğümüz. O halde sorun nerede? Sorun kaynakta değil şüphesiz.

24 Aralık 2014

Modern Şiirin Mârazî Tarafları Üzerine

Kadın bahsi çağlar boyunca edebiyata mevzu olmuş temaların başında gelmekte. Bu yönüyle gerek kadim doğu uygarlıkları olsun gerekse batı uygarlıkları olsun, bu coğrafyalarda yetişen şairlere ilham ve esin kaynağı olmuş bir bahisten söz ediyorum. Doğu ve batı medeniyetleri birbirine büsbütün zıt iki kutup olmasa da bu iki medeniyeti birbirinden keskin hatlarla ayıran bir takım unsurlar var. Malumu olunan bir gerçek var ki "doğu" kelimesini duyduğumuz zaman aklımıza bir takım metafizik olgular, ruhî ve ahlaki bir takım çağrışımlar gelmekte. Buna mukabil "batı" kelimesinin zihnimizde oluşturduğu görüntü ise plastik fenomlar ve bu fenomların örüntüsünde yükselen soğuk hissi çağrışımlardır. Böylesi bir genelleme yapmak ne kadar doğru olur yahut doğu ve batı coğrafyalarında bu genellemeleri alt üst eden cins beyinler hiç yok mu? Elbette mevcuttur. Fakat burada bir medeniyet portresi çizme gayretinde olduğum için bu türden cins beyinleri meselemin dışında tutmak gerekir.  20. yüzyılda başlayıp 21. yüzyılda kemâle erişen makine çağının etkisi hayatımızın her alanına nüfuz etmiş durumda. Uzay çağı veya modern yüzyıl da dedikleri şu dönemde doğu ve batı kavramları anlamını yitirdi. Evvelce her açıdan -edebiyat yönüyle de- iki zıt kutup kabul edilen doğu ve batı, 21. yüzyıl itibariyle konumunu yitirdi.

Kadim medeniyet kavramının içi kurtlandırıldı. Ruhî ve ahlaki prensiplerin anlamsızlaştırıldığı bir devirdeyiz. Bahsimizi dağıtmamak ve meselemizden kopmamak adına yazımın hemen başında vurgulamış olduğum "romantizm" mevzusuna yeniden dönmek istiyorum. Korkarım ki modernizmden hissemize düşenden fazlasını aldık ve alıyoruz.