Deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Mart 2023

Mensubiyetlerimiz, Mesuliyetlerimiz, Meşguliyetlerimiz

İnsan olmanın neler ile başladığını ve nelerin insan olmak ile noktalandığını idrak etmek, yürüdüğümüz yolu kavileştirecek ve bize sağlam bir zemine ulaşma imkanı verecektir. Olmak ve başlamak. Olmak ve yola çıkmak, o yolu yürümek... Olmanın ne ile mümkün olduğuna gelince, Allah'ın ipine sıkı sıkıya bağlanmak ile ilgisi bulunduğunu düşünüyorum. Olmayı ve başlamayı Allah ile olan irtibatımızın yönü ve derecesi çerçevesinde yorumluyorum. İnanılan değerler, bağlı kalınan inançlar insanların mensubiyetleri hakkında bilgi vermektedir. Bir milletin ferdi olup olmamak ile o milletin inancını taşıyıp taşımamak arasında bir ilişki bulunmaktadır. Mensubiyetini hissettiğimiz, ona bağlı kalmayı ve hizmet etmeyi ödev bildiğimiz milletimiz bizlere çeşitli mesuliyetler yüklemiştir.

Ne ile meşgul isek meşgul olduklarımız tarafından işgal edildiğimizi söyleyebiliriz. Meşguliyetlerimiz, mensubiyetimizi ve mesuliyetimizi unutturuyorsa, birinci sırada tutmamız gerekenlerin üzerini örtüp, bizi plastik gündemler arasında oyalıyorsa, durup düşünmemiz gerekir. Sezai Karakoç'un Diriliş Neslinin Amentüsü kitabında ifade ettiği üzere, artık en büyük savunma savaşımızı içimizde veriyoruz. İçimizde verdiğimiz bu savaşı kazanmanın tek yolu ise yüzümüzü hakikate dönmektir. Karşımıza çıkan yol ayrımlarında yapacağımız tercihlerin dayandığı nokta hakikat olmalıdır. Yaşamımızda aldığımız her karar, yaptığımız her tercih gücünü bu hakikatten almalıdır.

27 Şubat 2023

, , ,

Geriye Kalan

Edward Hopper, Gece Kuşları Tablosu

yol bilmeyendim kaderden ve kederden kendime kara parçası
kendime mağara
kendime boşluk
kendime tesadüf beğendim

Hüseyin Karacalar, Gece Kuşları Tablosu'nda Sırtı Bize Dönük Adamın Şiiri

Her şey geçtiğinde geriye kalan nedir? Hüseyin Karacalar'ın yeni şiir kitabı, Her Şey Geçtiğinde. Ebabil'den 2022 yılının Ekim ayında yayınlandı. Şiir belleğimde önemli bir yere sahip olan bu kitapta şiirleri tekrar ve tekrar okumuştum. Bugün ise yukarıda bir kaç dizesini paylaştığım şiire yeniden döndüm. Ardından şiirin başlığında sözü edilen Gece Kuşları tablosundaki detayları incelemeye koyuldum. 

12 Haziran 2022

Piknikçilik Üzerine

19. yüzyıl Osmanlısında İstanbul Boğazı'nda teneffüse çıkan kadınlar

İnsanlar kendilerini tanıtırken çeşitli sıfatlara ihtiyaç duyarlar. Mesleğinden, medeni durumundan, uğraş alanlarından, hoşlandıklarından veya hoşlanmadıklarından söz eder. Bu sıfatlar ve tanımlar insanın münasebet kurduğu durumlar, insanlar ve olaylar hakkında ipucu vermekte.  Bir gruba yahut bir insana kendimi tanıtmak için beni en iyi anlatan kelimelere başvuruyorum. Şu sıralar bu konu üzerine biraz düşündüm. Son zamanlarda yapıp ettiğim işleri, keyifle hatırladığım anları gözden geçirdim. Kendimi ifade ederken, hakkımda bilgi verirken zihnimde yeni kelimeler belirmeye başladı.

28 Mayıs 2022

Uzak Haziranlar

Haziranlar size de aynı duyguları hissettiriyor mu, bilemem... Çocukluk yıllarımdan itibaren anlam dünyamda Haziranları diğer aylardan daha farklı bir yere konumlandırdım. Okul yolunu tuttuğumuz yıllardan başlamak üzere karne heyecanını yaşadığımız, yorucu bir okul döneminin ardından sonuna kadar hak ettiğimiz tatili müjdeleyen Haziranlar... Köylerde yaşayan çocuklar için hasadın ve harmanın, bolluğun ve bereketin ayak sesleridir. Ekim ve Kasım aylarında ekimi yapılan tarlaların, Nisan ayında yeşillenmesi, Mayıs ayında buğday saplarının boy vermesi, Haziran ayında ise büründüğü pastel renklerle seyrine doyumsuz manzaralar sunması, çocukluk yıllarıma dair kıymeti eksilmeyen hatıralarım arasındadır.

Çocukların dünyasında bisiklet önemli bir araçtır. Yaşattığı başarma duygusu, yükselttiği özgüven ve hissetirdiği özgürlük hissi ile çocukların bilişsel ve duyuşsal gelişimlerini desteklemektedir. Biraz önce ifade ettiğim karne heyecanını yaşadığımız Haziranlarda, getirdiğimiz karneye ve gösterdiğimiz güzel davranışlara karşılık olarak hediye edilen bisiklet çocuk kanatlarımızı güçlendiren en güzel ödüldü. İşte bütün yaz bize eşlik edecek olan bisiklet çocukluğumuz ile birlikte hayatımızın önemli parçalarından biri haline gelmiştir.

10 Mayıs 2022

,

Adına Yaşamak Dedikleri

İnsan soğuğu sıcaktan, acıyı tatlıdan, geceyi gündüzden ayırt etme yetisini kazandığı andan itibaren kendisini ve içinde bulunduğu çevreyi anlamlandırmaya başlar. Bu anlama gayretinin ilk basamağını "Ben neyim?" sorusu oluşturmaktadır. Bu soruya yaşamamızın her döneminde çeşitli cevaplar bulmuş, bir şekilde kendimizi ve kendimize dair şeyleri tanımlamaya çalışmışızdır. Bu noktada ifadelerimi güçlendirmek adına bir şiire değinmek istiyorum. Yer yer yeniden okuduğum, okudukça heyecan duyduğum şiirlerden birisi... Türk şair İsmet Özel'in Sebeb-i Telif başlıklı şiiri. Şairin yaşama ve hayata bakışını, inançlarını ve aşklarını bulduğumuz Sebeb-i Telif'te şu mısra daima ilgimi çekmiştir.

Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek
hepimiz, her birimiz gizli bir isimle adaşız

Sebeb-i Telif, İsmet Özel

Hepimiz çeşitli benzerliklerle birbirimize bağlı değil miyiz? Yaşamış olduğumuz hayatları göz önüne aldığımda birbirimize bir çok yönden benzediğimizi düşünüyorum.  İnsanların ve sürülen hayatların birbirine benzerliğinin temelinde "İnsanın yaşama amacı" yatmaktadır. "Ben neyim" sorusuna verilecek olan cevap insanın yaşama amacını şekillendirmekte, dolayısıyla sürmüş olduğu hayata doğrudan etki etmektedir. İnsanın kendisini tanıması, varlık kaynağını ve varlık sebebini bulması şarttır. İnsanı birey olarak diğer insanlardan farklı kılan en temel husus kendisinin farkında olmasıdır.

23 Nisan 2022

Klasik Teknolojiye Dair (2)

Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Bütün çocuklarımızın bayramını kutlar, yarının umudu olan evlatlarımıza hayırlı, uzun ömürler dilerim. Onların güzel günlerini görmek duasıyla...

Teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin insan hayatına etkisi üzerine gözlemlerimi, düşüncelerimi Klasik Teknolojiye Dair (1) başlığı altında sizlerle paylaşmıştım. Yazının birinci bölümünde teknolojik gelişmelerden, otomobil - cep telefonu - bilgisayar örneklerinden hareketle bu gelişmelerin insan yaşamına etkilerinden söz etmiştim. Şimdi ise teknolojik gelişmelerle özünden, doğasından uzaklaşan bireyin bunları nasıl bertaraf edeceğine dair önermelerde bulunmak istiyorum. Günlük hayatta aslında işimizi kolaylaştırdığını düşündüğümüz pek çok araç - gereç uzun bir zaman sonra bireyi kendisine bağımlı hale getirmektedir. Bir süre sonra birey bu araç - gereçler olmadan yaşamın çok zor olacağını, hatta mümkün olamayacağını düşünebilmektedir. Bireyselleşmenin hızla arttığı bir dönemde, vitrine bakıldığında aslında özgürlük alanlarımızı artıyor gibi görünen pek çok şeyin, esasen bireyi daha bağımlı ve özünden kopuk bir yaşama sürüklediği aşikardır.

Bugünün 23 Nisan olması dolayısıyla çocukluk ve çocuk gelişimi ile başlamak istiyorum. İnsan yaşamını belirli dönemlere ayırabiliriz. Bu dönemleri genel çerçeve itibariyle; bebeklik, çocukluk, ilk gençlik, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık olmak üzere sıralayabiliriz. İşte bu dönemler arasında ilk üç dönem oldukça önemlidir. Bebeklik, çocukluk ve ilk gençlik dönemleri bireyin sonraki yaşamını  etkilemekte ve şekillendirmektedir. Günümüzde teknolojinin yaygın ve yanlış kullanımı insanın gelişim süreçlerini etkilemektedir. Bu sebeple ebeveynlere teknolojinin doğru kullanımı konusunda bilinçlendirme çalışması yapılabilir. Sözünü ettiğim bu durumu bir kaç örnek ile somutlaştırmak istiyorum.

14 Nisan 2022

,

Dünya Uygarlığına Doğru

Bir toplumun maddi ve manevi hayatına ait varlıkların bütünü uygarlık olarak ifade edilebilir. Toplumlar uygarlıklarını ortaya çıkarırken üç cephesiyle uygarlığa şekil verir. Topluma ait iktisadi yapı, topluma ait kültürel ögeler ve toplumun inanç yapısı uygarlığı -diğer bir ifade ile medeniyeti- şekillendirir. Büyük toplumlar büyük uygarlıkları meydana getirmiştir. Toplumların geçmişini tarihsel ve sosyolojik bir bakış açısı ile irdelediğimiz zaman görülecektir ki, bir toplum maddi ve manevi kimliğini koruyabildiği ve sürdürebildiği ölçüde uygarlığını oluşturabilmiştir. Bu bağlamda biz Türklerin iktisadi yapısı, sahip olduğu kültürel mirası ve inancı ortaya koyduğumuz uygarlığın şekillenmesinde etkili olmuştur. Bugüne değin elde edilen bilgi birikimi bütün milletlerin ortak katkısı ile elde edilmiştir. Orta Asya, Avrasya, Uzak Asya, Avrupa, Afrika, Amerika ve Avustralya milletlerinin tecrübeleri sonucunda fen ve teknik bugünkü konumuna erişmiştir. Savaşlar, ticari faaliyetler, coğrafi keşifler, değişen iktisadi yapı ve çeşitli icatlar ile bilginin taşınması, yayılımı hız kazanmıştır. Milletlerin birbirini etkilemesi de böyle olmuştur. Bilgiye sahip olmak güçlü olmak demektir. Bunun farkında olan toplumlar kütüphanelerinin sayısını artırmış ve bilim insanlarına uygun çalışma ortamları hazırlamışlardır. 

7 Mart 2022

Biz Nerenin Miskiniyiz

Bazen duyduğumuz bir şarkıyla, bazen gördüğümüz bir fotoğrafla, bazen de bir film karesiyle kendisini bize tekrar hatırlatan, bakın ben hala buradayım diyen hatıralar vardır. Hatıra ismini verdiğimiz o duyuşun konakladığı yer sadece hafıza mıdır? Kalp ismini verdiğimiz ve bize türlü güzellikleri hissettiren o kutsal mekanın bu hatırlayışlar da hiç mi payı yok? Gelin şimdi sözünü ettiğimiz bu kelimeleri irdeleyelim.

Hatır, hatıra, hatırlayış, hafıza...

Hatır kelimesi dört anlam taşımaktadır.  "Düşünme, akılda tutma" bu kelimenin ilk anlamı. İkinci anlamı ise "gönül, kalp" gibi kelimelerdir. Hatırını incitmemek kelimesini gönül kırmamak, kalp kırmamak anlamında kullanmaktayız. Birine karşı duyduğumuz sevgiyi ve saygıyı ifade etmek için de hatır kelimesine başvururuz. Eskiler ne güzel söylemiş, bir acı kahvenin kırk yıl hatırı olurmuş. Mesela bir dostumuzun halini, durumunu öğrenmek içinde bu kelimeye müracaat ederiz. Şimdi düşünün bakalım en son kim, ne zaman sizin hatırınızı sormuştu. Peki siz en son siz kimin, ne zaman hatırını sordunuz?

24 Ocak 2022

Klasik Teknolojiye Dair (1)

Teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin insan yaşamı üzerine yansımalarına dair bir süredir notlar almaktayım. Bu notlar bir yazı hacmine eriştiği böyle bir yazı yazma ve kaydettiğim notları sizlerle paylaşma ihtiyacı duydum. Aslına bakarsanız yazıya başlarken yazı başlığı "Eski Teknolojiye Dair" idi. Fakat yazı üzerine fikirlerim olgunlaşınca böyle bir başlığın düşündüklerim ile örtüşmeyeceğini hissettim ve "Klasik Teknolojiye Dair" başlığının daha uygun olacağına kanaat getirdim. Öncelikle teknoloji kelimesinin anlam dünyamdaki karşılığı ile başlamak istiyorum. Bana göre teknoloji; insanın ve diğer canlıların yaşamını kolaylaştıran bilimsel uygulamalardır ve bu bilimsel uygulamalar insanlığın ortak bilgi hafızasından doğar.

Amaç: İnsanların ve diğer canlıların yaşamını kolaylaştırmak. İnsan gücünden ve zamandan tasarruf ettirmektir.

Günümüzde her şey hızla değişiyor ve dönüşüyor. Özellikle dünyada yaşanan enerji krizine karşı büyük bir yarış var. Petrol rezervleri azaldığından dolayı bunun yerini yenilenebilir ve sürekliliği olan enerji kaynakları aldı. Enerjinin dönüşümü yasasından faydalanmaya başladık. Düşünüyorum da acaba dünyada petrole ulaşma konusunda böylesi bir kriz yaşanmasaydı, acaba çevre dostu enerji kaynaklarına yine yönelim olur muydu? Bana sorarsanız yenilenebilir enerji kaynaklarına bu yönelim doğayı düşündüğümüz için değil. Petrole ulaşma konusunda ciddi sıkıntılar yaşadığımız ve dünyadaki petrol rezervleri hızla bittiği için böyle bir yönelim içindeyiz.

Klasik teknoloji olarak ifade etmeye çalıştığım meseleyi bir kaç konu başlığı altında sunmaya çalışacağım.

17 Kasım 2021

, , , ,

Hayata Yeni Pencereler Açmak

Yıllar geçiyor, zaman ilerliyor. Artık aynaya baktığımız zaman bizi karşılayan görüntü sadece kendimiz olmuyor. Kendimiz ile birlikte ardımızda kalan yılların fotoğrafını da aynada görüyoruz. Geçmiş ismini verdiğimiz bu fotoğraf kimimiz için varlığıyla insana huzur ve gelecek adına yeni ümitler vaat ederken; kimimiz için ise can yakan ve terk edilmesi gereken bir boşluk olarak karşımıza çıkıyor.

Ömrümüz bir bakıma yolculuğun fotoğrafıdır. Nerede, ne zaman başladığı belli olan ama nerede, ne zaman biteceği belli olmayan bir yolculuk... Uyandığımız her yeni gün yaşamımıza farklı pencereler açıyor. Ömür bahçemize açılan bu yeni pencereler, yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz ve yaşayacağımız zamanları daha kıymetli hale getiren bir bilinç oluşturuyor. 

İşte anahtar kelimemiz: Bilinç. Geçmişe dönüp bakarken, yaşadığımız zamana şahitlik ederken ve yaşayacak olduğumuz geleceğe ilerlerken; kimliğimizi oluşturan ve bizi biz yapan yapı taşlarımızı yanımızda götürebilmemiz bu bilince bağlıdır. Bu bakımdan bilinç, kişiyi kişi yapan şeydir. Algılarımız ve  bilgilerimiz bilincimiz vasıtasıyla zihnimizde kendisine yer bulmaktadır. Biraz önce ifade ettiğim meseleye dönelim. Aynaya baktığımız zaman kendimiz ile birlikte ardımızda kalan yılların fotoğrafını dolu dolu görmek için bu bilince sahip olmamız şarttır.

28 Ağustos 2021

, , ,

Bir Yol Hikâyesi

Yolculukları severim, haliyle yolda olmayı ve yolları da... Neşet Ertaş'ın Yolcu isimli türküsünü de çok severim. Daha önce sizlere bahsetmiş olmalıyım. Ev ile iş arasındaki uzaklık aşağı yukarı yüz kilometre olunca, işe gidip geldiğim toplam süre iki buçuk - üç saati buluyor. Her gün tekrar ettiğim bu iş yolculuğu başlarda yoruyordu. Fiziksel bir yorgunluktan söz ediyorum. Eve geldiğim zaman biraz dinlenme ve akşam yemeği ile birlikte saat hemen sekize ulaşıyor, akşam yemeği ile birlikte üzerime bir ağırlık çöküyordu. Derken gün bitiyordu. Fakat vücudum bir ay içerisinde bu duruma alıştı. Vücudumun bu duruma alışmasının iki nedeni vardı. Öncelikli nedeni yolun başında ve yolun sonunda ruhen hissetmiş olduğum manevi doyum... Sonraki nedeni vücudumun bu yolculuklara uyum sağlayıp, adapte olabilmesi... Bana göre öncelikle ifade ettiğim şey çok önemli. Gidilen yolu, tırmanılan yokuşu, yolda ve yolun sonunda karşılaşılan zorlukları daha kolay kılan şey; yolun başında Allah'a emanet ettiğin, yolun sonunda Allah'a şükrettiğin şeyleri kucaklayabilmektir. Yolculuklar içinde türlü türlü yol barındırır. Yolculuklarımız boyunca bizi hedefe ulaştıracağını düşündüğümüz yolları tercih eder, kararlarımızı bu şekilde veririz. Bir bakıma gidilen yolu şekillendiren, o yola bir isim veren yolculuğun sonunda varılan hedef değil midir?

Ömür dediğimiz hikâye burada başlıyor. Yolculuk olarak ifade ettiğim durum bir yerden bir yere ulaşmaktan daha çok; dünyaya gözlerimi açtığım ândan ahirete gözlerimi açtığım âna kadar yürüdüğüm yol değil de nedir? Bu yolculukta gelip geçtiğim yollardan bazıları yokuş aşağı oldu, nasip diye nitelediğim şey sanki kendi kendine yuvarlandı da önüme geldi. Bazı yollar ise yokuş yukarı oldu, o yolları terleye terleye tırmandım. Her insan gibi... Dünyadaki bütün insanlar gibi, hepimizin isimleri farklı farklı olsa da, aslında temelde gizli bir isimle adaşız. Yazının tam burasında, aklıma İsmet Özel'in Sebeb-i Telif başlıklı şiiri geliyor. Çok sevdiğim bir şiir, bana göre bir hayat okuması. Bu dünyaya verdiğimiz kıymeti sorgulatan bir eser.

15 Ağustos 2021

, , , , ,

Mükemmeliyetçilik ve Tahammülsüzlük

Necip Fazıl Kısakürek hitab ederken

Necip Fazıl Kısakürek, şiirlerini hayranlık duyarak okuduğum şairlerden birisidir. Lise yıllarım, onun şahsiyetinden haberdar olduğum ve eserlerini okumaya başladığım dönemdi. Meşhur şiirlerini ezberlemeye gayret eder ve küçük arkadaş toplantılarında ezberlediğimiz şiirleri birbirimize okurduk. Eğer ki bu okuyuşumuz sırasında tökezlemez, hata yapmazsak şöyle bir göğsümüzü kabartırdık. Şiiri yazan bizmişiz gibi şiiri sahiplenirdik. Edebiyata ve sanata olan alakam Necip Fazıl Kısakürek'in şiirlerini okuyarak başlamış oldu. Hece veznine, şiirin kıymetini yükselten unsurlara ve söz oyunlarına bu küçük arkadaş toplantılarında çalıştık ve Necip Fazıl'a öykünerek onun gibi şiirler yazmaya gayret ettik. Yaşamını ve yaşamındaki dönüm noktalarını, etkilendiği ve etkilediği insanları okuduk. Böylece zihnimizde sanata ve sanatçıya dair bir zemin, bir çerçeve oluştu. Yaşamımın sonraki dönemlerinde de Necip Fazıl Kısakürek'in şahsiyetini ve sanatını anlamak için okumalarıma devam ettim. Bugüne kadar süregelen Necip Fazıl okumalarımda şunu anladım. Necip Fazıl Kısakürek sanatında ve yaşamında mükemmeliyetçi birisidir.

5 Ağustos 2021

, ,

Kazanmak ve Yenilmek Üzerine

"Herkes bu meydana bir zafer için gelir, ben ise sâde sana yenilmek için geldim."

Sâmiha Ayverdi, Yusufçuk

Mütefekkir ve mutasavvıf bir yazar: Sâmiha Ayverdi. Roman, hikâye, hatırat, makale ve inceleme türünde eserler veren Ayverdi ile henüz tanışmış değilim. Onun yazın dünyasına henüz girmedim. Onu okuyanların ve eserlerini inceleyenlerin tavsiyesi üzerine Yusufçuk kitabı ile Sâmiha Ayverdi okumaya başlayacağım. Yazımın hemen başında alıntıladığım cümle de Yusufçuk kitabından. Şuan Ursula K. Le Guin'in Yerdeniz Büyücüsü isimli kitabını okuyorum. Okuma hızım yavaş olsa da bir hafta içerisinde kitabı bitirmeyi planlıyorum. Ardından Yusufçuk kitabı ile yola devam edeceğim.

Alıntıladığım cümle için biraz düşünmek ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim. Cümle içerisinde "meydana çıkmak, zafer elde etmek ve yenilmek" kelimeleri dikkatimi çekti. Meydana gelmek, meydana çıkmak ile kastedilen şeyin dünya sahnesi olduğunu düşünüyorum. İnsanlar bu dünya sahnesinde göründüğü süre boyunca sürekli bir mücadele içerisindeler. Hemen herkes bu süre boyunca kazanmanın, bir zafer elde etmenin yollarını arıyor. Kimileri kendi nazarında bunu başarıyor, kimileri ise yine kendi nazarında bunu başaramıyor. Cümlenin sahibi "ben ise sâde sana yenilmek için geldim." diyor. Peki zafer ve yenilgi kelimeleri bende hangi çağrışımları uyandırdı?

28 Temmuz 2021

Sözün Özü Gönül Gözü

Aşkar Dergisi vasıtasıyla kendisinden ve şiirlerinden haberdar olduğum Cevapsız Aramalar'ın şairi Hüseyin Karacalar, bir süredir Aşkar Dergisi'nin internet sitesinde notlarını ve yazılarını yayınlıyor. Maddeler Halinde başlığı altında işaret ettiği, etkilendiği, gündeminde yer bulan bir çok şeyi okuru ile paylaşıyor. Ben de bu yazımda Hüseyin Karacalar'ın Maddeler Halinde dizisinin 19. maddesinde değindiği bir konu üzerine yazmak istedim.
19. Dergâh dergisinin 301. sayısında altını çizdiğim bir cümle: “Batı göz medeniyetidir.” “Görme konuşmadan önce gelir.” demiş J. Berger.

Doğu nedir peki? Söz medeniyetidir, dersek doğru olur mu? Tabii bir de okuduğum yazıda Muhsin Mete’nin vurguladığı “gönül gözüyle hakikati görme” var değil mi? Biz gönül gözüyle görürüz.

Şairin de dediği gibi, biz gönül gözüyle görürüz. Peki gönül gözüyle görebilmek ne demek? Gönül ve göz kelimeleri ne anlama geliyor? Yunus Emre, "Bir kez gönül yıktın ise, kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil" mısralarıyla bize neyi anlatmaya çalışmıştır. Bu konuda Yunus Emre'ye ve onun şiirlerine yaklaşmalıyız. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi'nin 26. sayısında Esra Akbalık'ın Yunus Emre'nin Şiirlerinde Gönül İmgesi başlıklı makalesi bu yaklaşımda işimize yarayacaktır. Makale genel hatlarıyla aşağıdaki konu başlıkları ile çerçevelenmiştir.

30 Eylül 2019

, ,

Sabır, Emek ve Kıymet Üzerine

Uyandığımız her yeni sabaha bir önceki günden farklı bir insan olarak başlıyoruz. Yaşadıklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımız, doğrudan veya dolaylı olarak karşı karşıya geldiğimiz bir çok şey bizi dönüştürüyor. Akıp giden bir zamanın içinde bulunuyor ve bir şekilde çevremiz ile münasebet kuruyoruz. Kendimizi zamanın dışına alamadığımızdan ve çevremiz ile olan münasebetimiz yaşadığımız müddetçe devam edeceğinden bu dönüşümün önüne geçilemeyecektir.

Değişmek, dönüşmek, bir hâlden bir başka hâle geçmek meselesine gelince... Bu meseleyi yorumlarken "kemâle ulaşmak" deyimine müracaat edeceğim. Eskilerin  bir sözü vardır. "Artık yaş kemâle erdi." derler. Bu cümleden olgunlaşmak, pişmek anlamını çıkarmak mümkündür. O halde soruyu soralım. 
Madem ki uyandığımız her yeni sabaha bir önceki günden farklı bir insan olarak başlıyoruz. Yaşamış olduğumuz bu dönüşüm, bizi bir hâlden daha üstün bir hâle mi ulaştırıyor? Yani "ulaşılması arzu edilen kemâle" biraz daha mı yaklaştırıyor?
Zamanımızda her şey çok hızlı ve bu dönüşümler o kadar hızlı yaşanıyor ki, hemen her şey çok çabuk üretilip çok çabuk tüketilmekte. Ertesi güne çok hızlı bir şekilde değişip, dönüşerek başlıyoruz fakat bu değişim ve dönüşüm bizleri kemâle ulaştırmıyor. Pişmiyoruz ve olgunluk kazanamıyoruz. Biraz önce ifade ettiğim üzere her şey çok hızlı hareket ediyor ve çok hızlı yaşanıyor. İnsanın çevresiyle kurduğu bağ ve münasebeti bu hızdan olumsuz etkileniyor. Her şeyin bu kadar hızlı üretilip, bu kadar hızlı bir şekilde tüketilebilmesi insanın değer yargılarını da değiştiriyor. İnançları, ahlak anlayışı, estetik anlayışı, gün içerisinde sarf ettiği cümleler bu dönüşümün bir parçası oluyor. Bu durum zaman içerisinde bir döngü halini alıyor ve insan ismini verdiğimiz varlık bu döngünün içinde bir anlam arayışına giriyor.

7 Mayıs 2019

Slovakyalı Salyangozun Evi Nerede?

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın sosyal medya hesabındaki paylaşımından hareketle tanımadığım bir insanın kullanıcı profiline ulaştım. Bahsimize konu olan kullanıcı profili Instagram isimli bir paylaşım sitesi üzerindeydi. Tanımadığım bu insanın Instagram üzerindeki kullanıcı profilini ve paylaşımlarını inceledim. 140.000'den fazla takipçisi olan bir kadındı profilin sahibi. Paylaşımlarıyla ne kadar özenilesi ve arzu edilesi bir hayata sahip olduğunu ispat etmeye çalışıyor gibiydi. Sahip olduğu ışıltılı oturma grupları, salon takımları, bilmem kaç bin liralık yemek takımları, dört beş çeşit kahve setleri, perdeleri, halıları, masaları, sandalyeleri, avizeleri, beyaz eşyalarıyla şunu demek istiyordu sanki. 
"İşte bu, ev hanımları...
Huzur ve saadet dolu bir yuva kurabilmek için evinizin böyle olması gerekir. Aradığın huzur ve saadet ancak böyle bir evin içinde mümkün olacaktır. Görüyor musun bak, ben fotoğraflarda ne kadar da mutlu görünüyorum. Çocuklarım ve kocam ne kadar da mutlu."
Akıl alır gibi değil, vaziyet tam olarak böyle. 140.000'den fazla insanı etkileyen ve hemen her gün on binlerce insana bu ve bunun gibi telkinlerde bulunan bu kullanıcı profili gibi daha bir çoklarının var olduğunu anladım. İnsanların bir bölümü bunun gibi evler ve bu evlerde sürülen yaşamlara hayranlık duyuyor. Bu hayranlığın bir sonucu olarak kadınların ve erkeklerin birbirlerinden beklentileri de zamanla değişiyor. Beklentilerin değişmesi birbirinden çok farklı sonuçları da beraberinde getiriyor. Şimdi evlilik sürecinde olan bir çifti hayal edelim. Çiftimiz kuracakları yuvada aradıkları huzur ve saadetin ancak ışıltılı eşyalarla mümkün olacağını düşünüyor. Yuvalarına davet ettikleri misafirleri kaliteli oturma gruplarında ağırlayıp, kaliteli yemek takımlarında sofralarına davet edecekleri zaman mutlu olacakları algısı içindeler. Anlamak mı, anlaşılmak mı? Beğenmek mi, beğenilmek mi? Biz bu soruların tam olarak neresindeyiz, bunu bilmiyorum.

20 Şubat 2016

, , ,

Hudutlu Bir Akıldan Hudutsuz Bir Servete

Ayna, metal bir levhanın parlatılmasıyla yahut cam bir levhanın bir takım kimyevi maddeler kullanılarak sırlanmasıyla elde edilen ve karşısında duran her ne ise soğuk bir dille onu tarife kalkan, esrarlı bir delik. Tabiiliğin veya ruhi muvazene kaybının ilk basamağı… Yalnızlığın ve tecrit edilmişliğin, herkeste olanın fakat hiç kimsede mevcut olmayanın, zayıflığın, çirkinliğin, güzelliğin, zaferin ve yenilginin ikamet ettiği biricik adres, ayna…

Gayet parlak ve ışıldayan bir derinlikle, herkesten gizlediğimiz o mahremi, o yasak sırrı, alnımızda remzlendiren bu esrarlı alet, müthiş bir hokkabazlık marifetiyle kendini kendinden olmayandan gizlemeyi başarmıştır. Aynanın karşısına geçen herkes, evvela kendisine dikkat kesilir. Kendinden önce aynayı görmek, suratındaki çizgilere yaklaşmadan evvel aynaya yaklaşabilmek ve onu bu esrarlı hava içinde kucaklayabilmek tabii insanların bir meselesi değildir. Kanaatimce ayna, sanat ve estetik adına girişilen keşiflerin en büyüğüdür. Bunun içindir ki zıt kutuplar arasında bir köprü görevi gördüğü inancındayım. Bir aynanın ayna olabilmesi için maddenin tabiatı gereğince belli başlı şartların hasıl olması gerekir. Girizgâh yaparken de üzerinden geçtik; metal bir levhanın parlatılmış olması yahut cam bir levhanın bir takım kimyevi maddeler kullanılarak sırlanması. Bütün bunlar uygun sıra ile bir araya geldiğinde karşımızda duracak olan nesne, bize asli görevini ifa eder mi? Evet veya hayır. Fakat unuttuğumuz bir şey var. Aynanın asli görevinin eksiksiz yerine getirebilmesi için insanın çalışır vaziyette, sıhhatli bir göze ihtiyacı vardır. Bu da yeterli değil. Nasıl ki bir otomobilin hareket edebilmesi için petrole ihtiyacı varsa, aynanın da ışığa ihtiyacı vardır. Aksi halde sonsuz, som bir karanlıktan başka bir şey sunamaz bize.

27 Temmuz 2015

, , , , , ,

Sular Yükselmeden Toprağı Anlamalıyım

Fyodor Dostoyevski'nin Ecinniler'de "Kendini feda etmekte bulduğu mutluluğu başka hiç bir yerde bulamaz insan." cümlesini kurarken nasıl bir ürperiş yaşadıysa, ağzından köpükler çıkararak kendini duvardan duvara vuran bir canlının nihayet hayat iksirine kavuşması gibi gözleri nasıl ışıldadıysa ve ruhunu sonsuz bir düzlüğe bıraktıysa, bu cümleden hareketle bir şeylerin keşfini yaşıyor olduğumu düşündüm. Dostoyevski'nin varoluşçuluk meselesine nihilist bir pencereden yaklaşması ve buna bir eleştiri getirmesi, hürriyet - mutluluk - benlik gibi ana kavramlar etrafında bir yolculuğa çıkmamı sağladı. Üzerinde kafa yorduğum ve anlamlandırmaya çalıştığım bu cümle eksikti. İnsan kendini feda etmeli, niçin feda etmeli, aradığı mutluluğu bulmak için, kime feda etmeli?

Bugün ikindi namazını müteakiben bir dostumla ve kıymetli bir büyüğümle buluştum. Sohbetimiz derinleşti, konu konuyu açtı, nihayet hür olmak, hürriyet sahibi olmak meselesine geldi. Üçüncü çay servisini alırken masamızda şu cümleler kuruldu: "Müslüman hür değildir. Özgür değildir. Senin bir arkadaşın, bir dostun, bir yakının, herhangi bir sıkıntıya düşmüş olsa ve senin kapını çalsa, onun derdini sıkıntısını çözebilecek olanağa sahip olsan, o kapına gelen insanı geri çevirme gibi bir seçeneğin yoktur. Çünkü sen hür değilsin. Ona yardımcı olmak zorundasın. İman etmiş olmak, İslam'a teslimiyet göstermek bunu gerektirir." Sohbetin seyri biraz daha koyulaştı. Havanın bunaltıcılığını hafifleten ve ruh iklimime serinlik katan daha bir çok noktayı yakalama fırsatım olmuştu.

20 Nisan 2015

, , ,

Türk Edebiyatının Kitap Annesi: Gülten Dayıoğlu

Gülten Dayıoğlu bir okul ziyaretinde

Her insanın bir kitap serüveni vardır. Bu serüven çoğunlukla ilkokul yıllarıyla birlikte, mektep sıralarında, sınıf kitaplığındaki kitaplarında elden ele dolaştırılıp, dönüşümlü bir şekilde okutulmasıyla başlar. Hatırlıyorum,  bana okuma ve yazma öğreten öğretmenim birinci sınıfın sonunda farklı bir ile tayin olmuştu. Adı Eşref'ti. Beni bir kış günü arabasıyla evime bırakmıştı. Beyaz bir arabaydı. O günden sonra Eşref öğretmenimi ailemden birisi gibi görmeye başlamıştım. Sonra gitti. Üzülmüştüm gerçekten, hatta bana bir veda konuşması dahi yapmıştı Eşref öğretmenim. Nihayet ikinci sınıftaydım. Sınıf öğretmenimizin adı Türkân'dı. Biraz sinirli bir mizacı vardı. Ondan çekiniyordum. Ben Türkân öğretmenimi içselleştiremedim. Ona karşı derinlerde bir soğukluk vardı bende. Türkan öğretmenime karşı hissettiğim bu uzaklığın nedeni ise onun Eşref öğretmenim hakkında kötü şeyler söylemesiydi. İkinci sınıfta olmamıza rağmen, sınıf arkadaşlarımızdan bazıları okumayı ve yazmayı tam olarak öğrenememişti. Okuma - yazma bilmeyen bir öğrencinin ikinci sınıfa geçmesini kabullenemiyordu. Bunun için, Eşref öğretmenime kızıyordu. Kırmızıya yakın kahvrengi saçları vardı Türkan öğretmenimin. Onu görünce aklıma televizyonda gördüğüm İstanbul geliyordu. Taşradan değildi Türkan öğretmen. Bizim hep sessiz olmamızı isterdi. Gürültü yaptığımız zaman kızardı. İtiraf etmem gerekirse beni kitaplardan ve okuma - yazma eyleminden soğutmaya başlamıştı.

16 Mart 2015

, , , , ,

Sartre'nin Bulantısı: Varoluşçuluk


Sartre'i irdelemeden önce meselemize zemin olması için varoluşçuluk kavramının izahı ile başlamak istiyorum. Varoluşçuluk veya egzistansiyalizm, ekseriyetli kültürel ve psikolojik hareketlerin oluşabilmesi için öncelikli olarak bireysel deneyimleri şart koşan bir felsefe şubesidir. Batı felsefesine baktığımızda bilinen ilk varoluşçu filozofun Søren Kierkegaard olduğunu göreceğiz. Kierkegaard'ı diğer cins beyinlerden ayıran neydi peki? Kierkegaard, Hegel'in ve Kant'ın aksine düşün dünyasına toplumcu ve bütüncü bir bakış açısıyla yaklaşmak yerine bireysel bakış açısıyla yaklaştı.