28 Ağustos 2015

Bisiklet Gezilerim Üzerine

23. Durum Raporu'nda sizlerle paylaşmıştım. Artık şehir içi ulaşımımı bisikletle yaptığımı ve haftanın belli günlerinde şehrin dışına gezilere çıktığımdan söz etmiştim. (Bir sonraki cümleye geçmeden şu şarkıyı açtım, siz de dinleyebilirsiniz) Nerede kalmıştık, bisiklet gezilerim diyordum. İyi bir bisiklete sahip değilim. Beni hayli yoruyor ağırlığı.  Hafif ama sağlam bir bisiklet almak gerek. Ama şimdilik bunu erteliyorum. Bu yüzden gezilerim sırasında 45 dakika da bir mola verdim. İşin kötü tarafı bir de rüzgarın muhalefeti vardı. Ben pedal çevirdikçe rüzgar hızımı yavaşlattı. Bir de yol toprak olunca hayli zahmetli oldu. Gezilerimin güzergahına gelince, ilk hafta şehir merkezinde Taşlıdere civarına kadar ilerliyordum. Gidiş - geliş ile birlikte yaklaşık 20 kilometre yol yaptım. Yola çıkmadan evvel tekerlerin durumuna ve frene bakmak gerekiyor. Taşlıdere civarında Dörtnal At Çiftliği var. At çiftliğine gidiyordum. Hem tabiat ile başbaşa kalıyordum, hem de hayvanlarla ilgileniyordum. Çiftliğin hayli geniş bir sahası var. At biniciliğimi de çiftlikteki dostlarım sayesinde geliştirdim.

Bir sonraki hafta bisiklet gezimin rotasını değiştirdim. Cumhuriyet Üniversitesi'nin arka tarafına geçtim. Yokuş bir yolu tırmandım. Yola çıkmadan önce Google Maps'ten rotamı çizmiştim zaten. Bu kez 35 kilometrelik bir güzergahım vardı. Yanıma yiyecek ve iki litre su aldım. Yola öğleden sonra çıkmıştım. Havanın serinlemesini beklemiştim. Geziden döndüğümde karanlık bastıracaktı. Fakat bisikletimde selektör çıkartmalardan yoktu. Kırmızı selektör çıkarmalardan yapıştırdım arka ve ön teker tutuculara. Karşıdan veya arkadan gelen herhangi bir taşıt beni fark etmeyebilirdi. Bu selektör çıkartmaları ışığı geri yansıttığı için daha emniyetli. Aslında yanıp sönen kırmızı ışıklardan almam gerekirdi. Fakat bu yöntemde işimi gördü. Üçüncü haftamda ise Sivas'ın mesire alanı olan Paşabahçe tarafına doğru pedal çevirmeye başladım. 20 kilometrelik (gidiş - dönüş)  bir rotam vardı. Fakat planladığım gibi olmadı, yakın bir dostumun telefonu ile gezimi yarıda bırakıp şehir merkezine dönmek zorunda kaldım.

22 Ağustos 2015

,

Leylâ’ya Vals Yapmasını Öğreten Kim Varsa

Leylâ’ya Vals Yapmasını Öğreten Kim Varsa

ı
döviz bürolarına, new york borsasına, iktisat derslerine
wall street gösterilerine, gazete küpürlerine
ve yüzüme hırlayan insan hakları beyannamesine karşı
korunaklı bir yerdi soframız.

ekmek sepetlerini doldurur gibiydi
ellerin göğsümün üzerine tünerken.

ıı
ellerini şiirin içinden çekip almak istediler
mahalleye vals kursu açtı iri imzalı adamlar
parfüm sıktılar oyası ince yazmana
bir akşamüstü seni kızarken görmüşler
kolanın kapağını kapatmayan çocuklara?
ah ki avuçlarından cesaret üleştiğim
hırpalanmışlığımız gözükmez aynada
dışımız çok janti.

kaçmak istedim bu kabarık gürültüden
ben yabancısıydım bu dilin.
zorla öğrettiler bir galon kaç litre eder
üç nokta yedi
petrol mühim şey ama daha mühimi
gazze’ye yürüyen tankların arap petrolü içtiği.

18 Ağustos 2015

Anlatacaklarım Bu Kadar

Merhaba. Günlerim yoğun geçiyor sayılır. Havalarda hayli bunaltıcı olunca buralara pek uğrayamadım. Bu yazımda sizlere getirdiğim bir kaç haber var. Bu haberlere geçmeden önce bir tavsiye vermek istiyorum sizlere. Malum, havalar hayli sıcak, gündüz vakti dışarı çıkan nadir oluyor. Bu bunaltıcı havayı birazcık durultucak şeyler yapmak gerekiyor. Mesela gece yatmadan buz dolabına koyduğunuz bir sürahi suyun içerisine bir kaç yaprak nane ve bir dilim limon bırakın. Ferahlatıcı ve etkisini kaybettirmeyen bir aroma bırakıyor. Ben çok sevdim. Etkisini de gördüm.

Paylaşmak istediğim gelişmelere geçmek istiyorum. 2015'in bahar mevsiminde ilk sayısını çıkardığımız Enfa Edebiyat'ın ikinci sayısı bugün çıktı. Hatta şu an Sivas sınırları içerisine gelmiş olması gerekiyor. Heyecanla teslim alacağım anı bekliyorum. Bu vesileyle ikinci sayımızın yolunu gözleyen okurlarımıza ilan etmiş olalım. Twitter sayfamızdan temin edilebilecek noktaları duyuracağız sizlere. Bir diğer haber ise Karanfil Fanzin'in 15. sayısının hazırlıklarına başlamış olduğumuz. Twitter'da duyurusunu yapmıştık. Yeni sayımız için eserlerini bizlere ulaştıran güzel insanlara kısa zamanda geri dönüş yapacağız.

14 Ağustos 2015

,

Biraz Toprak Etimi Soyacak Kadar

Biraz Toprak Etimi Soyacak Kadar

ı.
göğsümde biriken o şey saçlarına pay etti beni
gözlerinden bir çıngı düştü yüzümün kırışan yerine.
sesimi ikiye böldüm yarısını kulağına sakladım
bir yarım hep çoğaldı azalan tarafımın elinde.
korkulu ve tedirginim ağaçtan inemeyen bir çocuk gibi,
kalbime çarpa çarpa nefessiz kalışı kuşların
bu yüzdendi kollarımın sığamayışı yeryüzüne.

ıı.
bir rüzgâr gelse de koparsa beni gecenin dalından
karışsam solgun çiçeklerin kederini yoklayan yağmura
âh bir yolunu bulup söylesem bunları
toprağa mühür diye kondurduğun ayaklarına.
avuçlarımda soğuyor yaşamak sandığım
bir tutsam diyorum ilk gençliğimin elinden
hüseynî kalıyor dudağım adını dişlerimle ezerken.

ııı.
beni bir çerçeveye çivi diye kullanan
yazgımı asılı koyan o karanlık duvara...
ibrahim biliyorsun sen
ateşi neresinden tutarsam yanmaz ellerim
hangi türküyü söylemeli o dağı tırmanırken?
ya rabbi kalbimi alıkoy
bir ismin yankısında kalakaldım.

Eyüp Aktuğ
Karanfil Fanzin, 14

27 Temmuz 2015

, , , , , ,

Sular Yükselmeden Toprağı Anlamalıyım

Fyodor Dostoyevski'nin Ecinniler'de "Kendini feda etmekte bulduğu mutluluğu başka hiç bir yerde bulamaz insan." cümlesini kurarken nasıl bir ürperiş yaşadıysa, ağzından köpükler çıkararak kendini duvardan duvara vuran bir canlının nihayet hayat iksirine kavuşması gibi gözleri nasıl ışıldadıysa ve ruhunu sonsuz bir düzlüğe bıraktıysa, bu cümleden hareketle bir şeylerin keşfini yaşıyor olduğumu düşündüm. Dostoyevski'nin varoluşçuluk meselesine nihilist bir pencereden yaklaşması ve buna bir eleştiri getirmesi, hürriyet - mutluluk - benlik gibi ana kavramlar etrafında bir yolculuğa çıkmamı sağladı. Üzerinde kafa yorduğum ve anlamlandırmaya çalıştığım bu cümle eksikti. İnsan kendini feda etmeli, niçin feda etmeli, aradığı mutluluğu bulmak için, kime feda etmeli?

Bugün ikindi namazını müteakiben bir dostumla ve kıymetli bir büyüğümle buluştum. Sohbetimiz derinleşti, konu konuyu açtı, nihayet hür olmak, hürriyet sahibi olmak meselesine geldi. Üçüncü çay servisini alırken masamızda şu cümleler kuruldu: "Müslüman hür değildir. Özgür değildir. Senin bir arkadaşın, bir dostun, bir yakının, herhangi bir sıkıntıya düşmüş olsa ve senin kapını çalsa, onun derdini sıkıntısını çözebilecek olanağa sahip olsan, o kapına gelen insanı geri çevirme gibi bir seçeneğin yoktur. Çünkü sen hür değilsin. Ona yardımcı olmak zorundasın. İman etmiş olmak, İslam'a teslimiyet göstermek bunu gerektirir." Sohbetin seyri biraz daha koyulaştı. Havanın bunaltıcılığını hafifleten ve ruh iklimime serinlik katan daha bir çok noktayı yakalama fırsatım olmuştu.

Karanfil Fanzin #14: Batı Cephesinde Yeni Bir Şeyler Var

Karanfil Fanzin'in Temmuz sayısı çıktı. 14. defa sizleri bekliyor olmanın heyecanını duyuyoruz. 14. defa "merhabalar olsun" diyoruz. Bu sayımızda şiir ve deneme sahasında bir araya geldik. Çeviri şiirimiz bu sayıya yetişmedi. Bu sayıya özel olarak hazırladığımız sürpriz bölüm var. Küçük bir bulmaca, çözmeniz üzere kalemi elinize almanızı bekleyecek.

Eyüp Aktuğ, "Biraz Toprak Etimi Soyacak Kadar" şiiriyle kendisini gecenin dalında koparacak bir rüzgarın yolunu gözlüyor, "Korkulu ve tedirginim ağaçtan inemeyen bir çocuk gibi" mısraı ile hüznüne ortak olacak bir sağnak arıyor. Ardından Abdullah Güneş, "Tekerlekli Sandalye" şiiriyle gülüşerek halay çeken kadınların sisli bakışlarını resmediyor bizlere ve "Fikirler saplantılı sözcüklerle boğuşurken / Etimden irkildim" mısralarıyla kumral bir çocuğa darlanışını anlatıyor. "Dizlerinde Yaşamanın" şiiriyle Kaan Çapkın, bir açmazın peşine düşüyor ve "Çaresizlikten yeğdir bir anda yok olmak" mısraı ile kendi reçetesini kendisi yazıyor. Yasin Fişne ise "Sevdaya Yakarışlar" şiiriyle hükmen galip gelen ameliyat masalarından hareketle bir an için donuksuyor, "Aniden çatıyor kaşlarını elektrik yutmuş kablolar" mısraıyla o türküye bir kez daha selam gönderiyor.

13 Temmuz 2015

, , , , , , , ,

Ağır Bir Trajedi ve Tarife Sığmaz Bir Dram


Tıpkı bir çok Alman eleştirmenin yaptığı gibi ben de "ağır bir trajedi ve tarife sığmaz bir dram" ön cümlesiyle yorum ve değerlendirmelerime başlamak istiyorum bu romandan söz ederken... Erich Maria Remarque'nin Tanrının Gözdesi Yok isimli romanından söz ediyorum sizlere. Karamsar ve bir yönüyle de sofistike bir yapıt. Ölümü anlatıyor. Romanın seyrinde aşk üzerine kurulmuş bir atmosfer görsem de yaşam ve ölüm arasındaki çekim kuvvetinden söz ediyor. Roman türüne klasik eserlerden bakan bir okuyucu olarak, kitabın konusu ve yazarın bu konuya sinist idealizm ile yaklaşması bende esere karşı alaka uyandırdı.