28 Ağustos 2021

, , ,

Bir Yol Hikâyesi

Yolculukları severim, haliyle yolda olmayı ve yolları da... Neşet Ertaş'ın Yolcu isimli türküsünü de çok severim. Daha önce sizlere bahsetmiş olmalıyım. Ev ile iş arasındaki uzaklık aşağı yukarı yüz kilometre olunca, işe gidip geldiğim toplam süre iki buçuk - üç saati buluyor. Her gün tekrar ettiğim bu iş yolculuğu başlarda yoruyordu. Fiziksel bir yorgunluktan söz ediyorum. Eve geldiğim zaman biraz dinlenme ve akşam yemeği ile birlikte saat hemen sekize ulaşıyor, akşam yemeği ile birlikte üzerime bir ağırlık çöküyordu. Derken gün bitiyordu. Fakat vücudum bir ay içerisinde bu duruma alıştı. Vücudumun bu duruma alışmasının iki nedeni vardı. Öncelikli nedeni yolun başında ve yolun sonunda ruhen hissetmiş olduğum manevi doyum... Sonraki nedeni vücudumun bu yolculuklara uyum sağlayıp, adapte olabilmesi... Bana göre öncelikle ifade ettiğim şey çok önemli. Gidilen yolu, tırmanılan yokuşu, yolda ve yolun sonunda karşılaşılan zorlukları daha kolay kılan şey; yolun başında Allah'a emanet ettiğin, yolun sonunda Allah'a şükrettiğin şeyleri kucaklayabilmektir. Yolculuklar içinde türlü türlü yol barındırır. Yolculuklarımız boyunca bizi hedefe ulaştıracağını düşündüğümüz yolları tercih eder, kararlarımızı bu şekilde veririz. Bir bakıma gidilen yolu şekillendiren, o yola bir isim veren yolculuğun sonunda varılan hedef değil midir?

Ömür dediğimiz hikâye burada başlıyor. Yolculuk olarak ifade ettiğim durum bir yerden bir yere ulaşmaktan daha çok; dünyaya gözlerimi açtığım ândan ahirete gözlerimi açtığım âna kadar yürüdüğüm yol değil de nedir? Bu yolculukta gelip geçtiğim yollardan bazıları yokuş aşağı oldu, nasip diye nitelediğim şey sanki kendi kendine yuvarlandı da önüme geldi. Bazı yollar ise yokuş yukarı oldu, o yolları terleye terleye tırmandım. Her insan gibi... Dünyadaki bütün insanlar gibi, hepimizin isimleri farklı farklı olsa da, aslında temelde gizli bir isimle adaşız. Yazının tam burasında, aklıma İsmet Özel'in Sebeb-i Telif başlıklı şiiri geliyor. Çok sevdiğim bir şiir, bana göre bir hayat okuması. Bu dünyaya verdiğimiz kıymeti sorgulatan bir eser.

17 Ağustos 2021

,

Durum Raporu /dört

İnsan doğduğu yerde mi yoksa doyduğu yerde mi mutludur? Ben bu soruyu şöyle cevaplıyorum. Doğduğum yerde de doyduğum yerde de çok mutluyum. Uzun yıllardır Sivas'ta yaşıyorum ve bu şehir bana çok şey kattı. Lise ve üniversite yıllarımdan, iş yaşamıma ve evliliğime kadar uzanan bu uzun yolda hep Sivas'ta oldum ve hep mutlu oldum. Ancak dedelerimin bağlı bulunduğu bir toprak parçası da var: Tokat. Havası, suyu, doğası, meyve bahçeleri ve yemyeşil görüntüsü ile Tokat. Tokat'ın şehir merkezinde daha önce az çok bulundum. Fakat ne nerede bilmiyorum. Yani uzun uzadıya gezmedim. Bu yıl böyle bir arzumuz vardı. Arzumuz diyorum, çünkü bu geziyi sadece ben değil eşim de çok istiyordu. Biz de bir plan yapıp yola koyulduk. Bir akrabamızın oğlunun düğününe davet edilmiştik, düğün akşam saatinde olacağı için Tokat'a erkenden gidip gönlümüzce gezelim istedik. Planımızı, programımızı yapıp yola koyulduk.

İlk durağımız Çamlıbel geçidi. Buradan gelip geçtikçe Çamlıbel geçidinde durur, Atatürk çeşmesinin buz gibi suyundan şişemi doldurur, biraz da manzarayı izler, yoluma devam ederdim. Yine aynısını yaptık. Rakım 1650 metre, hava hayli serin ve rüzgarlı olduğundan dolayı bu ritüeli daha fazla uzatmadan yolumuza devam ettik. Bundan yıllar önce dayım ile bir yolculuğumuz sırasında yine buradan geçerken, Çamlıbel Beldesi'nde mola vermiş, bir pide fırınında pide yaptırıp, afiyetle yedikten sonra yolumuza devam etmiştik. Eşim planlamış olduğumuz bu seyahatten bir arkadaşına bahsetmiş. Arkadaşı da "Çamlıbel'de Kerim Usta'nın yeri var, Akın Pide Salonu, kuşbaşılı ve çökelekli pidesini tavsiye ederim." demiş. Beldeye gelince hızımızı düşürüp, sağ tarafımıza baka baka sözü edilen pide fırınını aramaya başladık. Akın Pide Salonu ismini görünce ilk gördüğüm fırında durdum. Acaba o yer, bu yer mi diye içimden geçirirdim. Derken içeride işletme ruhsatı dikkatimi çekti. Ruhsatta işletme sahibinin adı bölümünde Kerim yazıyordu. İçim artık rahattı. Çökelekli Pidemizi yaptırıp yolumuza devam ettik. Biraz ilerledik ki ne görelim... İlk girdiğimiz pide fırınından daha büyük ve dinlenme tesisi havasında bir yer... Kocaman bir tabela, "Akın Pide Salonu - Kerim Usta'nın Yeri" yazıyor. İşletmenin bahçesinde de dört - beş tane araba var. Demek ki biz yanlış yerde yaptırdık pidemizi, diyerek hayıflandık.

15 Ağustos 2021

, , , , ,

Mükemmeliyetçilik ve Tahammülsüzlük

Necip Fazıl Kısakürek hitab ederken

Necip Fazıl Kısakürek, şiirlerini hayranlık duyarak okuduğum şairlerden birisidir. Lise yıllarım, onun şahsiyetinden haberdar olduğum ve eserlerini okumaya başladığım dönemdi. Meşhur şiirlerini ezberlemeye gayret eder ve küçük arkadaş toplantılarında ezberlediğimiz şiirleri birbirimize okurduk. Eğer ki bu okuyuşumuz sırasında tökezlemez, hata yapmazsak şöyle bir göğsümüzü kabartırdık. Şiiri yazan bizmişiz gibi şiiri sahiplenirdik. Edebiyata ve sanata olan alakam Necip Fazıl Kısakürek'in şiirlerini okuyarak başlamış oldu. Hece veznine, şiirin kıymetini yükselten unsurlara ve söz oyunlarına bu küçük arkadaş toplantılarında çalıştık ve Necip Fazıl'a öykünerek onun gibi şiirler yazmaya gayret ettik. Yaşamını ve yaşamındaki dönüm noktalarını, etkilendiği ve etkilediği insanları okuduk. Böylece zihnimizde sanata ve sanatçıya dair bir zemin, bir çerçeve oluştu. Yaşamımın sonraki dönemlerinde de Necip Fazıl Kısakürek'in şahsiyetini ve sanatını anlamak için okumalarıma devam ettim. Bugüne kadar süregelen Necip Fazıl okumalarımda şunu anladım. Necip Fazıl Kısakürek sanatında ve yaşamında mükemmeliyetçi birisidir.

10 Ağustos 2021

, , , , , , ,

Severek Ayrılalım Filminden Hareketle Kötüye ve Kötülüğe Bakış

Cüneyt Arkın ve Hülya Koçyiğit, Severek Ayrılalım filminden

Dün akşam keyifli bir akşam yürüyüşünün ardından film izlemeye karar verdik. İzlediğimiz son bir kaç film sinemamızın siyah - beyaz dönemine aitti. Bu kez perdeyi renklendirelim dedik. Yine sinemamızın Yeşilçam dönemine ait olan, daha önceden izlemediğimiz bir melodram seçtik. Filmin adı: Severek Ayrılalım.  Yönetmenliğini Orhan Aksoy'un üstlendiği, yapım yılı 1971 olan film şu dört oyuncu üzerine kurulmuş; Cüneyt Arkın, Hülya Koçyiğit, Yalçın Gülhan ve Semra Sar. Erman Filmin YouTube kanalında restorasyonlu halini izlemek güzeldi.

Türk Sineması'nın en üretken yıllarıydı 60'lar. Bu yıllarda çekilen filmlerle birlikte konu, yöntem, teknik, üslup olarak Yeşilçam bir karakter kazanmış ve bu karakter izleyicisini kendisine bağlamıştı. Hepimizin beğenerek izlediği melodramlar yine bu dönemde ortaya çıkmıştı. Severek Ayrılalım filminin konusu ve senaryosu itibariyle dönemin hakim konu ve senaryo anlayışından ayrılıyor. Seyircinin tepkisini çekme pahasına ahlaki değerlerimiz ile örtüşmeyen bir konuyu temele alıp, yasak bir ilişki etrafında gelişen olayları izliyoruz. Hani pembe dizileri takdim ederken derler ya: "Bu dizide her şey var, aşk, ihanet, entrika, dram..." Ben de bu takdimi Severek Ayrılalım filmi için yapabilirim. Biraz önce filme etik - ahlaki değerler yönünden bir eleştiri getirmiştim. Bu eleştiriyi yaparken biraz durup düşündüm ve aslında bu konuya yabancı olmadığımı fark ettim. Beş yıl önce bunun üzerine bir yazı kaleme almıştım. "Kötü Adamın Tarafında Olmak" başlıklı yazımda Hint sinema oyuncusu Shah Rukh Khan'ın başrolünde olduğu Fan isimli film üzerine yazmıştım. Aşağıdaki pasajı sözünü ettiğim yazımdan alıntılıyorum.

5 Ağustos 2021

, ,

Kazanmak ve Yenilmek Üzerine

"Herkes bu meydana bir zafer için gelir, ben ise sâde sana yenilmek için geldim."

Sâmiha Ayverdi, Yusufçuk

Mütefekkir ve mutasavvıf bir yazar: Sâmiha Ayverdi. Roman, hikâye, hatırat, makale ve inceleme türünde eserler veren Ayverdi ile henüz tanışmış değilim. Onun yazın dünyasına henüz girmedim. Onu okuyanların ve eserlerini inceleyenlerin tavsiyesi üzerine Yusufçuk kitabı ile Sâmiha Ayverdi okumaya başlayacağım. Yazımın hemen başında alıntıladığım cümle de Yusufçuk kitabından. Şuan Ursula K. Le Guin'in Yerdeniz Büyücüsü isimli kitabını okuyorum. Okuma hızım yavaş olsa da bir hafta içerisinde kitabı bitirmeyi planlıyorum. Ardından Yusufçuk kitabı ile yola devam edeceğim.

Alıntıladığım cümle için biraz düşünmek ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim. Cümle içerisinde "meydana çıkmak, zafer elde etmek ve yenilmek" kelimeleri dikkatimi çekti. Meydana gelmek, meydana çıkmak ile kastedilen şeyin dünya sahnesi olduğunu düşünüyorum. İnsanlar bu dünya sahnesinde göründüğü süre boyunca sürekli bir mücadele içerisindeler. Hemen herkes bu süre boyunca kazanmanın, bir zafer elde etmenin yollarını arıyor. Kimileri kendi nazarında bunu başarıyor, kimileri ise yine kendi nazarında bunu başaramıyor. Cümlenin sahibi "ben ise sâde sana yenilmek için geldim." diyor. Peki zafer ve yenilgi kelimeleri bende hangi çağrışımları uyandırdı?

29 Temmuz 2021

, ,

Durum Raporu /üç

Temmuz ayının bizim için hareketli başladığından söz etmiştim. Muğla tatili, kurban bayramı, yolculuklar falan derken Temmuz ayı hayli uzun geldi. Şimdi ne kadar çok şey yapmışız diyorum. Bu durum bana şunu hatırlattı. Bir günü verimli bir kullandığımızda, iyi değerlendirdiğimizde, geride bıraktığımız o gün diğer günlere nazaran daha uzun geliyor. Fakat günü iyi değerlendirememişsek, verimli kullanamamışsak o gün çabucak bitiyor ve yaşanan güne dair akılda kalıcı bir şey olmuyor. Tabi, bu yazdıklarım tamamen kişisel tecrübelerime dayalı ifade ettiğim durumlar.

Şuan yaz dönemindeyiz. Gün ışığının daha uzun süre yeryüzünde kaldığı bir dönem. Ben böylesi yaz dönemlerinde sanki daha çok yaşıyormuş gibi bir hisse kapılıyorum. Daha önce de sizinle paylaşmış olmalıyım. Mevsimler arasında en çok sevdiğim yaz mevsimi, aylar arasında ise Haziran... Bak şimdi burada bir tezat var. Yaz mevsimini ve Haziran ayını severim dedim ama yaşadığımız şehir tam bir kış şehri. Eskiden bizim için Haziran'ın ve yaz mevsiminin gelişi, tatili - memlekete gitmeyi - sokakta doya doya oyun oynamayı ifade ederdi. Belki de bu yüzdendir Haziran aylarına olan düşkünlüğüm.