22 Haziran 2015

,

Göğsümdeki Çıbanı Kurcalarken Söylediğim Türkü

havada kalmıyorsa kuşların gölgesi
nerede bitmeli bu türkü

ı.
bütün çocukluğum bir şiirin provasıymış anladım
annemin dilindeki ninni babamın elindeki ekmek
ninemin incele incele saydamlaşan gözleri
bir delikanlının iskenderiye – kahire demiryolunda
başını yaslayacak bir duvar arayışı
her şey çok önceden hazırlanmış gibi
ebabillerin içime dönen zembereği
beni kanatlarıyla ısıtmak için kurulmuş sanki.
;
bana bir sözlük verin
olan biteni anlamam için.

ıı.
ilk çiviyi kim çaktı o çarmıha
ne duydum da içimin bir yerini budadılar?

ııı.
kafamda bir şeye çarpıp çarpıp duran
ağaçları ayağa kaldırıp deviren neydi?
biri açıklasın ne işe yarar bunca yol
haritadan silinen bu şehir
tereddütüme sığınak olsun diye mi?
ama bu adil bir kaçış değil
onlara hiç dağ çarpmamış koşarken.

ıv.
baramhat geldi, koşun kırlara,
yap canın ne istiyorsa; diye bir haber
ey baramhat, sen yalan söyledin
yatağına sığmadı bu günah
nil taştı sonunda.

v.
yağmurlu perşembeler düştüm buraya
tam şuraya ıslak bir cuma öncesi
gözlerimi temizledim, dua ettim, bekledim
dünyayı oruç tutar gibi bıraktım.
toprağa uzattım elimi sonra
gördüm insanı çürüten o değilmiş
toprak değilmiş dizlerimi kanatan
göğsümdeki çıban ondan değilmiş.
 
vı.
bir şey fısıldamıştı annem uykuma
beni otoyollardan alıp eve götüren bir şey
işte onu tuttum aynaların böğrüne ışısın diye
biliyorum babamın ceketini dolduramadım hala
onun omuzları benimkinden daha geniş
kitapların ne dediği umurumda değil artık
zili çalmadan çözdüm ayakkabımın bağını
çünkü Allah inananları koymuyor kapıda.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi 33. Sayı

21 Haziran 2015

Biraz Önce Doğu Ekspresi'nin Sesini Duydum

Yaklaşık iki hafta önce çektim bu fotoğrafı.

Gün laciverte çalmakta, hava serin. Haziran serinliği var toprağın üzerinde. Biraz önce Doğu Ekspresi'nin sesini duydum. Evim tren garına uzak sayılmaz. Sokak lambası hala yanar vaziyette. Seyrek aralıklarla karşı caddeden duyulan taşıt sesleri. Fakat şehir uykuda sayılır. Uyurgezerleri, uyuyamayanları ve uyumamak zorunda kalanları saymazsak şehirde hareketlilik yok. Bir buçuk saat önce sabah ezanı okundu ve bugün ki orucum için niyetlendim. Uyumak istedim, bir o tarafa bir bu tarafa döndüm, nafile. Kafamın içi uyunacak vaziyette değil.

4 Haziran 2015

,

Bir Şarkı Bulacağım Kendime Hoşbulduk Diye

Mayıs'ı geride bıraktık. Uzun yağmurlarla geçti bütün bir bahar mevsimi. Güneşli günleri pek az görsek de şikayetçi sayılmam bu durumdan. Nicedir ihmal ettim buraları. Malum ya, pek yoğunum, başımı kaldıracak vaktim var, o vakitlerde de biraz kendime zaman ayırıyorum. Kadınlardan çok duyuyorsunuzdur bu cümleyi. Kendime zaman ayırıyorum, bazı isanlar garipsiyor bir erkeğin kendisine zaman ayırmasını. Kitap okumak, hoşuma giden müzikleri dinlemek ve filmleri izlemek, iç dünyama çekilip geçmişi - bugünü - geleceği düşünmek. Bunları yapıyorsa insan kendisine zaman ayırıyordur sanırım.

Her neyse... Şu son haftayı dostlarımla geçirdim. Uzaklardan gelen dostlarım vardı. Ubeydullah Van'dan geldi. Nicedir bir araya gelememiş, çayımıza ortak olmamıştık. Güzel, verimli, dolu dolu vakit geçirdik Ubeydullah, Mete ve ben. Dergimiz ile ilgili şeylerden konuştuk. Sert bir Türk kahvesi ile hatırlaştık yine. Bir de Mardin'den, uzaklardan bir dostum geldi, Burak... Beyoğlu'nda kucaklaştık, hasretimizi giderdik. Ertesi gün ise at çiftliğine gittik, yedi sekiz arkadaş. Semaver, sohbet ve şehirden uzak, ruhumuzu okşayan sessizlik. Bir sonraki gün ise pikniğimiz vardı. Haziran, benim için çok güzel başladı. Özlemini duyduğum iki güzel insan ile karşıladım yaz mevsimini.

Son olarak Karanfil Fanzin'in Haziran sayısını hazırladık. Karanfil Fanzin'de bir takım yeniliklere gittik, ileride bunlardan bahsedeceğim zaten sizlere. Şimdilik hoşçakalın.

19 Mayıs 2015

,

Kirli Siyah

solgun bir gülüşün beklediği her neyse
şehir onu kaçırdı benden
taşlara kazınmış bir kelimeyi tekrarlayarak
bana uzaklık bağışladı toprak
toprak anlattı suyun nereye döndüğünü
bilmiyorum bunu nasıl dillendirir insan
içimi söken bulantıyı kim sahiplenir

ayakkabı numaram karşılamıyor yeryüzünü
kırılgan bileklerime sürtünüyor soğuk
bu kez başlamıyorum kitaba kaldığım yerden
anlıyorum bu onlar için makul bir sebepti
aynı uğursuzluğu tekrar edip durdular

uyku yiyen bir hikâyeyi zorladı dilime
dilim şişman dişlerim zarif değil

onu hiç öpmedim ama
izi kaldı dudaklarımda
neydi saçlarımda çağıldayan o hırçın şey?
oysa biliyordum
kalp yanlış anlamalarla çarpan bir şeydi
ve her şey bir yanılsamayla gösteriyordu kendini.

Eyüp Aktuğ, Karanfil Fanzin, 12

18 Mayıs 2015

, ,

Çocukluğumda Kalan Arkadaşlarım

Ubeydullah kardeşim "çocukluk arkadaşları" temalı bir yazı zincirine benim katkı yapmam için göz kırpmış. Hepimizin çocukluğunun ilk yıllarında kendisine yer bulmuş ve daha sonra çeşitli nedenlerle hiç görüşememiş, nasıl - nerede - şimdi ne yapıyor gibi soruları cevap kalmış arkadaşları vardır. Ben de çocukluğumda kalan ve bir daha görüşme şansımın olmadığı (olamayacağı) arkadaşlarımdan bahsedeceğim sizlere.

Henüz birinci sınıftayım. Onu siyah renkli, sarı çizgili çizmeleriyle hatırlıyorum. Adı Yunus'tu. Eşref Öğretmenim bir müddet beni Yunus ile sıra arkadaşı yapmıştı. Üç numara kesilmiş saçları, şişmanca parmakları ve beslenme çantama takılan gözleriyle hatırlıyorum onu. Yemek yemeyi çok severdi ve ister istemez beslenme çantamı bazen onunla paylaşmak zorunda kalıyordum. Ona dair unutamadığım hatıram ise mavi renkli mekanik kalemi karşılığında beslenme çantamdaki yiyeceklerinin tamamını satın almak istemesi. Ben ise kabul etmemiştim.

16 Mayıs 2015

, ,

Şiirdeki Çıkmaz ve Edebiyat Dergilerinin Jantiliği

Charlie Chaplin'in Modern Times filmi bu yazının bir dipnotudur.

Musluğu çevirirsin ve su akmaz. Önünde iki ihtimal vardır. Birincisi, suyu evinize taşıyan boruların içine bir şey tıkanmış olabilir. İkincisi ise şehrin suyu hangi kaynaktan temin ediliyorsa o kaynak kurumuştur artık. Bu örneği verişimin sebebi, bu durumları edebiyatımız ile karşılaştırmak ve sorunun nerede olduğunu anlamak. Okur kitlemin edebiyat dergilerini takip ettiğini varsayarak başlamak istiyorum. Umarım bu varsayımda isabetli hareket ederim. İkinci varsayım üzerinden başlarsam eğer...

Türk dilinin binlerce yıllık bir mazisi vardır. Kadim Türk medeniyetinin temellerini sahip olduğu yegane değer olan dili oluşturur. Bir kavim; sosyal, siyasal ve ekonomik yaşantısını dili nisbetinde düzenler. İnsan kelimelerle doğar, kelimelerle yaşar, kelimelerle düşünür ve kelimelerle yeryüzünde anılır. Bugün edebiyat musluğunu çevirdiğimizde musluktan su akmıyor, suya benzeyen ama bulantı verici bir kokuya sahip bir şey akıyor. Edebiyat şehrinin suyunu temin eden kaynak kurudu mu yoksa? Sözü uzatmaya gerek yok. Kurumadı. Bütün ihtişamıyla, bütün heybetiyle ve kadim tarihiyle o kaynak orada duruyor. Fransızların tabiriyle "camus" denilen hazine. Camus, sözlüğümüz. O halde sorun nerede? Sorun kaynakta değil şüphesiz.