yaşamak insanı kanıtlamıyor, bana tahtadan yangınlar oymakta dünya
birileri birilerini sıfıra tamamlamakla meşgul
bir ilgisi yok hayatın, merdivenlere diklenen yorgunluğumla.
merdümgiriz kollarla kucaklayıp yağmalanan erik ağacımı
derin bir uçurumu tekrar ediyorum böyle her sabah
hastane bahçesinden eğimsiz akşamlara büktüğüm dalları.
ayaküstü içimi sökmeden, yere düşürmeden sakındığım mendili,
hurdaya çıkardığım kahkaha ürkütmeden kundaktaki bebeği,
yüzümü örselemeden, dilimi çatallamadan sırtımda soğuyan dünya
yağmur çözüldü ben çözüldüm önünde, toprağa girer gibi
ömrüme ayraç kaldı alnımda geceleyen haziran gözleri.
artık gölgem yakışmıyor duvara, kendi kendinden nasıl çıkar insan
tamah edemiyorum, cürmümeşhutum, elimde kaldı bıçak
şimdi nereye değsin vakit?
anlatan biri olsa cesaretin korkuyla başladığını
korkulan şeyin bir başkasında cesaret bulduğunu
nehrin kanayan tarafında yükselen sesin
dedemin nefesini açan fecr suresi olduğunu
anlayan biri olsa yeşeren ekmeği, zâriyât elli sekizi.
köyün muhtarı tanımlayamıyor bütün bunları
bürokraside bir karşılığı yok aldığım nefesin
içime inen bu yağmuru sözün nerede ne zaman başladığını
insanın neye niçin terk olunduğunu belgelemiyor nüfus müdürlüğü
beni diğerlerinden ayırsın diye sırtımda mutad bir işaret
bilinsin, beton kadınlar için uygunsuzum.
bulmanın kapısı: onu tarif edemem, fakat eşiği annedir,
ağırlaşan geceyi seyrelten merhamet
onun sunağından sokulur toprağın göğsüne.
anne kaybolunca kalmıyor kapının bir önemi.
bilincin dışına, apartmanların dışına, şehrin dışına
su bazlı abdest, kartonpiyer dua, damlaya damlaya boşaldı göl.
uğul uğul sevindik, şehri tepeleme gezip
nafile öğünler serpiştirdik gün içine
kolalı yakalarımızda sakladık ayın on beşini
tabiatın dışına sürüldü kavga, yer yok aşka ve ölmeye,
korelasyon hesaplarıyla çözümlenmekte rızk.
insanı nereye kapatsam çevrimiçi bir kalabalık
dört nokta yedi inç insanın ölüme bakışı
bir anneyi kuyuya sarkıtmalı çıkarsın diye insanı.
Eyüp Aktuğ, Aşkar Dergisi, Ekim - Kasım - Aralık 2015, Sayı 36