Aşkar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aşkar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mayıs 2017

,

Kırılsın Arada Ne Varsa

kan aktığında, atlar çatladığında bu sonsuz koşuda
artık ipek bir uzaklıktır dün sığınağı.

bir kışın lapa lapa dökülmesidir üzerime, tedbirsiz bir acıdır tenimde gezinen anı
koynumdaki karaltıdır o, beni sarhoşlayan uygunsuz sokaklardan yollardan geçiren
avuçlarındaki şeffaflıktır, kâfi gelir akıp gideni durdurmaya.

gün akşam, kahır göğsüme yaslanır durur
akşam ki iki defa gurbet, bıçaktır gün
iyi bilensin bu bıçak, sıyırsın parmaklarımdan saçlarını
içime eri, damarlanan gençliğime hıncıma sen yerleş
ama sen yabancı bir göz taşırsın yüzüme, adıma bitişmeyen bir dil
tütünü her okşayışımda koynumu yakmasın orada birileri.
insan nerenin meşhurudur bilmiyorum
dünya beni seninle azaltıyor, boşluk bırakmadan
baştan ayağa azaltıyor, uyusam uyansam hiç boşluk bırakmadan
ne olur sanki.

uygunsuz kelimeler geçirdim içimden, içim garip, içim bir başka
sana kendimi bir başkası olmadan uzattım, karanlığımı seyreltmeden
kelime atlamadan, hiçbir harfi yutmadan girdim ırmağına
ben boz bulanık bakışlarımı suvarırım sen buna tarifsiz gülersin.
seyiren dudaklarıma alnını ekledim, aklımın bir köşesinde atlar çatlarken
el yordamıyla tanırım düştüğüm ateşi
dünya söndürmedi içimdeki yaşamak yangınını
dünya dönse de ben durmak fiilindeyim.
senden öteye yol var mı, ucu sana dokunmayan gün
bir yol bulunur mu, bir yolu vardır
olmalıdır.

kendimi kitaba karıştırdım heves edip o sayfaya saptım
“bir daha gelmeyenler için” ithafıyla.
şarkıyı yeniden, o sokağı yeniden koştum
şimdi uzansın yüzüm yağmura, şimdi kapıyı kim açsın
şimdi kapı tanısın beni içine alsın bir şey sormadan
şimdi kırılsın uzaklık, kırılsın arada ne varsa.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Ocak - Şubat - Mart 2017, Sayı 41

28 Aralık 2016

,

Kırık Yaz

belki demek cevap mıydı bütün bunlara, belki
insan karşılığını bulsun diye bu olanlar.

bana ne başkalarından, vurulan kazmalardan, açılan mezarlardan
bana ne, neyime gerek diyerek başladı başkalık
bana neydi komşunun evindeki yangından, yılandan
yılan kimseye dokunmamıştı, kimse de yılana ve böylece büyüdü soğukluk.
insan büyüyen bir soğukluktu bu yangın yerinde
yabancılıktı evlerin birbirine karşılığı, aralamadı perdesini kimse kimseye
yaşamak zannetti insan, yemek yedi, su içti, biraz uyudu, ekmeğini aradı
boğazımızda bir çatal olarak durdu dünya
boğazımızdan geçmedi sıkı sıkıya tuttuğumuz ekmek.
kimisi de çekmedi ayak altından ekmeği, onu biraz yedi ve bıraktı öylece
varlık oradan geçiyordu, bölüşmekten, her şey eksik kalıyordu cana dokunmadıkça.

kanımıza vurup duran neydi, sesimiz neden katıydı böyle
yüzümüzü yumuşatacak kelimeler yok içine düştüğümüz avrupa’da
silahı birlikte doğrultmak yerine birbirimize doğrulttuk.
dinmeyen bir mesafeydik şam’a, kırılgan bir çiçekti halep dediğin
bütün sınırların üstünü çizmeli betonarmelerden başlayarak
insanı nereye koymalı kalbine dönmesi için?

takvimleri kurcaladım, temmuzu yokladım, vatan dedim kendimi yokladım,
yok saydım, yoktu ellerim bile, başımı gezdirdiğim geceler yoktu
ellerim nerede kim bilir, ellerim tankları bükebilir
vatan ki imandandır, allah û akbar dedim onlar demos kratos sandılar.

yarının şarkısıdır söylediğimiz, çünkü vaat edilen gün bizimdir
kendimce anlamlar çıkarttım bir takım şeylerden
başımda okşayışların izi kaldı, babil’in saçlarında güneşler açtı
omuzlarım hep akşamdı, omuzlarımda orman serinliği
sayıp dökemediğim dağlar karşımda, fırat böyle coşkun
artık bir bombadır göğsüm patlamaya hazır.

yaz kırığıdır, kırıktır bardak, enfâl 17’dir önünde sonunda sığındığım
saklandığım, arındığım, arandığımdır o
ömer ki pırıl pırıl bir ağabeydir yanıma, bir adamdır kaburgasına tutunduğum.
ele geçecek başka yerimiz yoktu, başka yerimiz yoktu vurulacak,
iyilikli sabahlardı tutup göstermek istediğim
bir vatan günaydınıydı, bir kızın dönüp dönüp bakmasıydı mesela
kâfire sıkılan kurşunduk her cuma
amerika piç kurusuydu
yaz bunu.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Ekim - Kasım - Aralık 2016, Sayı 40

8 Kasım 2016

,

İftitah

tanımakla geçmiyor bir şey, titremekle, sövmekle
yürümekle,  yatsılardan kararan sokaklardan çalımla geçmekle
ekmeği alırken de o kız bana bakarken de
şarkı hep aynı yerde bitiyor, temkinli olamıyorum.

bayırlar yüreğimi soğuturken, insan insana derinleşen bir yarayken
incelen bir sızıydım her akşam, her akşam esmer bir delikanlıydım
kırçıldım ve kokulu bir kadın geçmezdi penceremden
öpülmekten göveren bir kadındı dünya
dudaklarım hiç uzanmadı onun karanlık taraflarına.
imlâ kurallarına itibar etmiyorum sana yanaşırken
inanmıyorum yaşıyor olmanın, yürüyor olmanın evrenselliğine
ne söylesem yavan kalacak biliyorum, ne söylesem herkesçe malum.

niçin diye bir uçsuzluk
niçin!
niçin günaha gireyim yola bir bahane ararken
yoldan aman dilemek mi niçin
kaçırmaktan kaybettiğim yüz işte bu kadar
hiç resimlenmemiş, hiç makyajlanmamış, haritalardan bakıyor gibi
yüz kere bir yüz, sonsuzun sonsuza kucak açması gibi bir yüz
tutulduğum yerden, tutunduğum köşeden, baktıkça boynumu eğen bir yüz.
cümlenin dışında kalmak mı
niçin!
yaraya bastığım bez niçin yapışmasın cana.

çoğalıyorum ama birikmiyorum, isim sıkıntısı çekmiyorum burada
çünkü dünya değdiği yerde iz bırakıyor, isim bırakıyor
buradan geçtiğimi ispatlıyor yalanla çekindiğim fotoğraf.
doğdum herkes gibi, anlamadan büyüdüm, büyüdüğümde de anlamadım
belki büyür büyür de göz olurum, ele avuca gelir içimdeki
tedirginlikte bulanan, ümit anında durulanan gözler olurum
toprağın bana müsait olduğu kadar ben de toprağa müsait olurum
gün gelir kendimi sesleyen bir sâlâ olurum.

ey gövdemi doğrultan esenlik
ey seyrine bedel ödeten gümrah dişi
fâtihâ ile arama sokulan telaş, beni dışarı bırakan kapı
koynundan çapaklanarak fırladığım her sabah
sımsıkı yunuyorum, sımsıkı yumuyorum gözlerimi
şimdi iftitah.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Temmuz - Ağustos - Eylül 2016, Sayı 39

24 Temmuz 2016

,

Nöbet Defteri

dağ yürümedi, kopmadı kıyamet, otobüs gecikmedi, yanmadı bilet
erkek adımlarla baharı yerinden kımıldatmak,
dökündüğüm yağmuru sana da getirmek için
elleyip ayartmak için dile gelmeyeni
o şarkıda, burada, şu taşa oturup
hazır kıta bekledim namlunun ıslanan ucunda.

hep bir satır eksik konuştum
kelimeler inmedi dağlardan, adın tel örgü
bu hudut günaydınlarla, merhabalarla çizildi
şimdi ellerim masada, sakındığım kapıda nöbetteyim.
yaşamak ölümle müteşekkil bir pıhtıydı tende
oysa kim dokunsa aynı yerden akacaktı kan
cümlenin ortasına varmadan kuruyacaktı dudak
sürdüğüm iz bir sokulsaydı aramıza
yüzüm takılı kalmazdı sırtındaki boşluğa.

radyo bozulmuşken, su bulanmışken, sen bana sekülerken
söktüğüm diş sızlıyorken hâlâ
haziran sabahları neyi vaat eder ki
vakit girdi mi, alnımdaki abdest taze mi?

çırpındım, dineldim, yüzüm yolda kaldı, eşiklerde kaldı
gördüm ki gün akşamlı her yerde, pencere kimin olsa yola bakıyor
ip incelmeden kopmadan umulmadık anda, perdeler sararmadan
çoğalan bakışlarımla, eriyen gözlerimle
sonsuz yasak bir meyve gibi
gündüz gözüyle seni sormak kavruk bir duada
sorup sorup aynı yere varmak, aynı ağacın altına.

sıyır soframa sürdüğün ağuyu, kabaran boşluğu seyrelt
şu taşa otur da ev ol, yaslandıkça göğsüme anne ol
bırak pencere kırık, perde isli kalsın.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Nisan - Mayıs - Haziran 2016, Sayı 38

7 Mayıs 2016

,

Yürüyorum Aramızda Herkes

uysal ağzını hınca hınç doldurmadım
giyinip dudağını kıvrılmadım bir köşeye
yürüdüğün haziranlardan getirmedim günün döndüğü saate
dağılmadı uykusuzluğuma saçların
sen varmadın kapıya ben akmadım merdivenlerden
ovulmadı yüreğim toprağın sana değdiği yerden.

uyudum, uzak bir şehre sürdüler beni
beni aklımdan geçmeyenle tehdit ettiler.
pencereye sataşan uzaklık, perdeyi ürküten karaltı
boşluğunu bir kadının kahkahasıyla örten sokak
dişiliğini üzerimde deneyen dünya
içine heykeller oyulan esmerliğim
tenimi reddeder gibi oturdu erik ağaçlarının arasına.

güç yetiremiyorum dilimin çaresizliğine
yeni matlar keşfediyorum kapıyı her yoklayışımda
nereye koşsam nereye dursam aynı yağmur
bunalıyorum kurumayacak bu gömlek
bu gömlek üç tarafından ıslanmış
üç tarafından sana gelmiş.

sırtımda kırıldı bana sunulan kadeh, dağıldı zehir
ben sıçradıkça böyle
dünyada derin yere değdi ayağım
      tamam mı abi
      tamam değil yasin ayna kırık, yüzüm yerinde mi
      ali’nin aynası kırık, yasin unutmayalım bu olanları.
suratıma sekip duran topuklular yok bu çerçevede
çünkü her fotoğraf yalan söyleyebilir
sırasında eksilebilir bütün olan.

yürüyorum aramızda duvar, duvarda resim, resimde kız
üzerime abanan apartman, mücahid’in akşamlı yurt odaları
uzadıkça uzayan vezne sırası
yürüyorum aramızda herkes aramızda bi dünya.

budandı dünyaya takılan kollarım gözüm isminde tozlandıkça
toprağına bağlandım, toprağın ile aşıladım kuruyan dallarımı
sancım dineldi seni andıkça, seni andıkça hatırladım andımı
seni andıkça boğazladım  her sabah koynunda uyandığım karaltıyı.
aynayı uzattım kaza süsü verdiğim yüzüme
dünümü bugünümü yarınımı yok bağışlayacak senden başka
senden başka yok karanlığımı aydınlığına ulayacak.

göze aldım dünyayı merhametini okudum
şükrettim geçtim de yanlışın içinden yolunu sordum
işittiğimi anlar kıl, kulağımı temizle bu irinden, beni sana sesle
hep ertelemişken ömrümü aldığım nefesi ertelemişken senden başkasına
şimdi pişmanlığımı erteleme.

bu kez senin için hazırlandım yola çıkarken
bu kez aynanın karşısına senin için geçtim
sana taradım saçlarımı cuma günleri
toyluğumun örsünden bir zırh çıkar bir kılıç
imdi sefer bana.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Ocak - Şubat - Mart 2016, Sayı 37

3 Mart 2016

,

Cürmümeşhut

yaşamak insanı kanıtlamıyor, bana tahtadan yangınlar oymakta dünya
birileri birilerini sıfıra tamamlamakla meşgul
bir ilgisi yok hayatın, merdivenlere diklenen yorgunluğumla.
merdümgiriz kollarla kucaklayıp yağmalanan erik ağacımı
derin bir uçurumu tekrar ediyorum böyle her sabah
hastane bahçesinden eğimsiz akşamlara büktüğüm dalları.

ayaküstü içimi sökmeden, yere düşürmeden sakındığım mendili,
hurdaya çıkardığım kahkaha ürkütmeden kundaktaki bebeği,
yüzümü örselemeden, dilimi çatallamadan sırtımda soğuyan dünya
yağmur çözüldü ben çözüldüm önünde, toprağa girer gibi
ömrüme ayraç kaldı alnımda geceleyen haziran gözleri.

artık gölgem yakışmıyor duvara, kendi kendinden nasıl çıkar insan
tamah edemiyorum, cürmümeşhutum, elimde kaldı bıçak
şimdi nereye değsin vakit?

anlatan biri olsa cesaretin korkuyla başladığını
korkulan şeyin bir başkasında cesaret bulduğunu
nehrin kanayan tarafında yükselen sesin
dedemin  nefesini açan fecr suresi olduğunu
anlayan biri olsa yeşeren ekmeği, zâriyât elli sekizi.
köyün muhtarı tanımlayamıyor bütün bunları
bürokraside bir karşılığı yok aldığım nefesin
içime inen bu yağmuru sözün nerede ne zaman başladığını
insanın neye niçin terk olunduğunu belgelemiyor nüfus müdürlüğü
beni diğerlerinden ayırsın diye sırtımda mutad bir işaret
bilinsin, beton kadınlar için uygunsuzum.

bulmanın kapısı: onu tarif edemem, fakat eşiği annedir,
ağırlaşan geceyi seyrelten merhamet
onun sunağından sokulur toprağın göğsüne.
anne kaybolunca kalmıyor kapının bir önemi.

bilincin dışına, apartmanların dışına, şehrin dışına
su bazlı abdest, kartonpiyer dua, damlaya damlaya boşaldı göl.
uğul uğul sevindik, şehri tepeleme gezip
nafile öğünler serpiştirdik gün içine
kolalı yakalarımızda sakladık ayın on beşini
tabiatın dışına sürüldü kavga, yer yok aşka ve ölmeye,
korelasyon hesaplarıyla çözümlenmekte rızk.

insanı nereye kapatsam çevrimiçi bir kalabalık
dört nokta yedi inç insanın ölüme bakışı
bir anneyi kuyuya sarkıtmalı çıkarsın diye insanı.

Eyüp Aktuğ, Aşkar Dergisi, Ekim - Kasım - Aralık 2015, Sayı 36

4 Aralık 2015

,

Ekmeğin Kuruyan Tarafı

annem bunu öğretmişti
ekmeğin kuruyan tarafından başlayarak
ekmeğin bayatlığı ile tazeliği arasında
babil denen bir yerin olduğunu

ı.
hesap makinesini kullanmayı öğrendiğimde
payımı istedim nil’in kuruyan göğsünden
ramazan temalı banka reklamlarından cesaret kuşanarak
plastik bir huzur takındım kalbimin üzerine.
fazla mesai de yaptım perşembe geceleri
döşeğimin sıcaklığı yastığımın yumuşaklığı eksilmesin
çöreklenen olmasın soframa girmesin konforuma balta diye.

maaş bordrolarıma papyon takıp
yemekleri yarım bırakmasını öğrendim ışıltılı salonlarda
açgözlü demesinler ayıplamasınlar için
bir miktar kalmalıymış tabakta.

ıı.
aslında her şey yoluna girebilirdi
anlayabilsem toprağın diliyle olan biteni.
gazetelere gelince: demokrasi baharat yolunda
tarçın almaya mı gelmişti amerika?

kudüs’lü şiirlerden bir mısra dolayıp dilime kazan kaldırdım
yumruğum havada güneş gözlüğüm biraz kaş çatışı iyi pozlar
anayasayı üzmeden, küstürmeden bıyıklı abileri bana
sesimi alçaltıp, alçaltıp kendimi
haydi bir iki üç, kahrolsun israil, kahrolsun amerika
akşama twitter, ders bir, zarifliğin yedi şartı
ardından kaşınan romantikliğimiz:
“korkmayın torpido gözünde şiir saklayan adamlardan.”

ııı.
ben sandım ki kalp örselemek içindir
onu dünya ile incittim.

bir akşamüstü boğazıma demirledi fecr on yedi
dişlerim parmaklarımda, nişan aldı sapanlar göğsümün üzerine
utandım ruhuma refakat eden şeylerden
dualarım geldi aklıma, avuçlarım chevrolet marka
ayetel kürsi asmalıyım dikiz aynasına.

ebabiller kanat çırpmakla sınandı yeryüzünde
ben yastığım ile bağdat arasında tökezlerken
bu kez  hayata ekmeğin kuruyan tarafından başlayarak
kirlenen tarafımı toprağa sürüyorum
steril bir cümle gerekiyor yüzümü temizleyecek
yüzümden yeryüzünü sıyıracak bir cümle.

ıv.
yaşamak
onlarla aramızdaki fark
çünkü bizi yaşamakla aldattılar.

Eyüp Aktuğ, Aşkar Dergisi, Sayı 35, Temmuz - Ağustos - Eylül 2015
,

Aşkar Dergisi'nin 36. Sayısı Çıktı

Aşkar Dergisi’nin 36. sayısı çıktı. Sekizinci yılının son sayısını çıkaran Aşkar, Ömer Faruk Dönmez dosyası ile karşımızda. Derginin kapağında bizi, Ömer Faruk Dönmez’in “Bir kalbi yoksa, insan nereye gidebilir?” sözü karşılıyor. Ömer Faruk Dönmez’in bir söyleşinin de bulunduğu dosyanın yazarları: Hüseyin Çelik, Veysel Altuntaş, Regaip Albayrak, İdris Ekinci, Ayşegül Genç, Salih Kılınç ve Muhbettin Kenben.

Aşkar’ın şiir bölümü bu sayıda da dopdolu. İrfan Dağ, Özgür Ballı, Mustafa Melih Erdoğan, Salim Nacar, Yağız Gönüler, Dursun Göksu, Sadık Koç, Eray Sarıçam, Musa Günerigök, Eyüp Aktuğ, Cihad Özsöz, Şafak Tarhan, Burak Coşkun, Esma Koç, Yasin Fişne, Ali Yılmaz, Merve Parlak, Ali Yıldız, Ziya Gündoğan, Hikmet Çamcı bu sayının şairleri.

Öykü bölümünde bizi Mustafa Çiftçi karşılıyor. Nermin Tenekeci, Ayşegül Genç, Ayşe Yılmaz, Metin Çalı, Ayşenur Gönen bu sayının diğer öykücüleri.

Hatice Ebrar Akbulut, “MÜZEYYEN ÇELİK’LE ÖYKÜ ÜZERİNE” , Hüseyin Karacalar ise “ZEYNEP ARKAN’LA “ORADA MERHAMET VARMIŞ” ÜZERİNE KONUŞTUK” başlıklı yazılarıyla söyleşi bölümünü oluşturuyor.

Taaruznâme bölümünü Mehmet Raşit Küçükkürtül’ün “DEVLETİN GÖLGESİNDE OTURMAK ŞİİRİ CILIZLAŞTIRIR”, İrfan Dağ’ın ise “SANATÇI VE ŞAİR, NEDEN SEYİSE İHTİYAÇ DUYAR” yazıları oluşturuyor.

22 Ağustos 2015

,

Leylâ’ya Vals Yapmasını Öğreten Kim Varsa

Leylâ’ya Vals Yapmasını Öğreten Kim Varsa

ı
döviz bürolarına, new york borsasına, iktisat derslerine
wall street gösterilerine, gazete küpürlerine
ve yüzüme hırlayan insan hakları beyannamesine karşı
korunaklı bir yerdi soframız.

ekmek sepetlerini doldurur gibiydi
ellerin göğsümün üzerine tünerken.

ıı
ellerini şiirin içinden çekip almak istediler
mahalleye vals kursu açtı iri imzalı adamlar
parfüm sıktılar oyası ince yazmana
bir akşamüstü seni kızarken görmüşler
kolanın kapağını kapatmayan çocuklara?
ah ki avuçlarından cesaret üleştiğim
hırpalanmışlığımız gözükmez aynada
dışımız çok janti.

kaçmak istedim bu kabarık gürültüden
ben yabancısıydım bu dilin.
zorla öğrettiler bir galon kaç litre eder
üç nokta yedi
petrol mühim şey ama daha mühimi
gazze’ye yürüyen tankların arap petrolü içtiği.

22 Haziran 2015

,

Göğsümdeki Çıbanı Kurcalarken Söylediğim Türkü

havada kalmıyorsa kuşların gölgesi
nerede bitmeli bu türkü

ı.
bütün çocukluğum bir şiirin provasıymış anladım
annemin dilindeki ninni babamın elindeki ekmek
ninemin incele incele saydamlaşan gözleri
bir delikanlının iskenderiye – kahire demiryolunda
başını yaslayacak bir duvar arayışı
her şey çok önceden hazırlanmış gibi
ebabillerin içime dönen zembereği
beni kanatlarıyla ısıtmak için kurulmuş sanki.
;
bana bir sözlük verin
olan biteni anlamam için.

ıı.
ilk çiviyi kim çaktı o çarmıha
ne duydum da içimin bir yerini budadılar?

ııı.
kafamda bir şeye çarpıp çarpıp duran
ağaçları ayağa kaldırıp deviren neydi?
biri açıklasın ne işe yarar bunca yol
haritadan silinen bu şehir
tereddütüme sığınak olsun diye mi?
ama bu adil bir kaçış değil
onlara hiç dağ çarpmamış koşarken.

ıv.
baramhat geldi, koşun kırlara,
yap canın ne istiyorsa; diye bir haber
ey baramhat, sen yalan söyledin
yatağına sığmadı bu günah
nil taştı sonunda.

v.
yağmurlu perşembeler düştüm buraya
tam şuraya ıslak bir cuma öncesi
gözlerimi temizledim, dua ettim, bekledim
dünyayı oruç tutar gibi bıraktım.
toprağa uzattım elimi sonra
gördüm insanı çürüten o değilmiş
toprak değilmiş dizlerimi kanatan
göğsümdeki çıban ondan değilmiş.
 
vı.
bir şey fısıldamıştı annem uykuma
beni otoyollardan alıp eve götüren bir şey
işte onu tuttum aynaların böğrüne ışısın diye
biliyorum babamın ceketini dolduramadım hala
onun omuzları benimkinden daha geniş
kitapların ne dediği umurumda değil artık
zili çalmadan çözdüm ayakkabımın bağını
çünkü Allah inananları koymuyor kapıda.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi 33. Sayı