19 Mart 2015

, , , , , , , , , , ,

Bu Bizim Hüznümüz: İran Sineması

Baran filminden bir sahne

Geçtiğimiz yüzyılın büyük icatlarından birisi olan ve kimi insanların hareketli fotoğraf makinesi olarak tanımladığı kamera, 1930’lu yıllarda İran ile tanıştı. Haliyle İran sinemasının tarihçesi de 1930’lardan itibaren kayıt altına alındı. İran’ın etnik mozaiğine baktığımız zaman kozmopolit bir yapıda olduğunu göreceğiz. Nüfusunu Fars, Türkmen, Kürt, Arap ve diğer etnik unsurlar oluşturuyor. Bu sebeple batılıların Ortadoğu penceresi ile baktıkları coğrafyanın en güzel prototiplerinden biridir. İran’da ilk sinema salonu 20. yüzyılın hemen başlangıcında, Tahran’da açılmış olmasına rağmen İran’ın özgün sinemasını oluşturması için çeyrek asırlık bir zaman dilimine ihtiyacı vardı.

16 Mart 2015

, , , , ,

Sartre'nin Bulantısı: Varoluşçuluk


Sartre'i irdelemeden önce meselemize zemin olması için varoluşçuluk kavramının izahı ile başlamak istiyorum. Varoluşçuluk veya egzistansiyalizm, ekseriyetli kültürel ve psikolojik hareketlerin oluşabilmesi için öncelikli olarak bireysel deneyimleri şart koşan bir felsefe şubesidir. Batı felsefesine baktığımızda bilinen ilk varoluşçu filozofun Søren Kierkegaard olduğunu göreceğiz. Kierkegaard'ı diğer cins beyinlerden ayıran neydi peki? Kierkegaard, Hegel'in ve Kant'ın aksine düşün dünyasına toplumcu ve bütüncü bir bakış açısıyla yaklaşmak yerine bireysel bakış açısıyla yaklaştı.

14 Şubat 2015

,

Karnında Kelebekler Uçuşan Adam: Roger Whittaker

Roger Whittaker

Pastoral bir sesi var bu adamın. Bu adamın şarkılarını dinlediğim zaman Alp Dağlarının mor eteklerinde yaşayan, küçük mütevazi çiftlikleri ile hayatını sürmeye çalışan bir İskandinav ailesi aklıma gelir hep. Mesela şu bizim Heidi yok mu? Onu da düşünebilirsiniz. Uzun yolculuklar için de değerlendirilebilir bu adamın şarkıları. Gün karşı tepenin ardında kalırken, kızıla çalan - turuncuya yakın buğday sarılığını alırken gökyüzü, siz otomobilinizin penceresini açmış baskın havayı biraz serinletmeye çalışırken, kasetçalarınızda da şu şarkı (sieben Jahre sieben Meere) çalıyorsa sizinle tanışmak isterim.

Bir de ıslık olayı var. Adamın içine kelebekler, kuşlar kaçmış gibi adeta. Dünyanın en iyi ıslık çalan adamı dersem yanlış bir şey söylemiş olmam. Bir konserinde şöyle bir performans sergilemiş. Şuraya tıklayıp izlediğiniz zaman bana hak vereceğinizi umuyorum. Şeytan çağırmanın ne gereği var şimdi derseniz saygı duyarım.

6 Şubat 2015

, , , , ,

Johann Gottlieb Fichte’nin Cinneti: Hürriyet

Johann Gottlieb Fichte

Alman felsefesinin cins beyinlerinden birisi de Johann Gottlieb Fichte’dir. Fichte, 18. yüzyılın sonlarında ve 19. yüzyılın başlarında Immanuel Kant’ın sistemleştirdiği Alman idealizminin (kısmen) önemli temsilcilerinden birisidir. Alman idealizmi romantizm ve Rönesans ile yakından ilgili bir akımdır. Peki, meselemizde yer işgal eden Fichte, Alman idealizminin neresindedir? Bu sualin cevabını, Fichte’nin yaşam çizgisini irdelediğimiz zaman bulmuş olacağız. Fichte, Immanuel Kant’ın idealizmi ile Friedrich Hegel’in diyalektiği arasında konumlanmaya çalışan bir geçiş süreci filozofudur. Onu tamamıyla belli bir akımın içine dahil etmek yanlış olacaktır.

23 Ocak 2015

Siz Gülümseyin

kadın: vesikalık fotoğraf çektireceğim. 
fotoğrafçı: artistik mi olsun?
kadın: yok, resmi evrak için.
fotoğrafçı: şuraya oturun hanımefendi.
kadın: işim acele yalnız.
fotoğrafçı: tabi efendim, siz gülümseyin.
kadın: ...
fotoğrafçı: dik durun biraz.
kadın: böyle iyi mi?
fotoğrafçı: fevkalede.

fotoğraf makinesi: çaatt!

kadın: hemen teslim alabilirim değil mi?
fotoğrafçı: on dakika içinde hazır olur. çay içer misiniz?
kadın: açık olsun.
fotoğrafçı: buyrun, şeker masada.
kadın: şeker kullanmıyorum.
fotoğrafçı: siz çayınızı içerken ben de negatifleri yıkayayım.

kapı: tık. tık. tık.

fotoğrafçı: hanımefendi siz misiniz?
kadın: evet. biraz acele edemez misiniz?
fotoğrafçı: renkler iyi çıksın diye bekliyorum.
kadın: özen göstermenize gerek yok. tapu muamelesi için gerekiyor.
fotoğrafçı: fotoğrafta müessesemizin imzası var, özen göstermek zorundayım.
kadın: yarım saat sonra mesai bitecek. yarın da hafta sonu.
fotoğrafçı: bitmek üzere efendim. birazdan geliyorum.

saat: tik tak. tik tak. tik tak.

fotoğrafçı: buyrun hanımefendi. vesikalık fotoğraflarınız hazır.
kadın: tutarı nedir?
fotoğrafçı: on beş lira.
kadın: buyrun.
fotoğrafçı: bozuk yokmuydu?
kadın: maalesef.
fotoğrafçı: siz burada bekleyin. ben paranızı bozdurup geliyorum.
kadın: geç kaldım ama. dönüşte alırım paranın üstünü.
fotoğrafçı: ben kapatacağım birazdan. dönüşte bulamazsınız beni.
kadın: üstü kalsın o halde.
fotoğrafçı: siz bekleyin burada. hemen geliyorum.
kadın: acele edin lütfen.

kadın: keşke başka bir yere gitseydim.

fotoğrafçı: beklettim efendim. kusura bakmayın.
kadın: olan oldu artık.  paramın üzerini alabilir miyim?
fotoğrafçı: tabi efendim. şaşkınlık işte. buyrun. tastaman otuz beş lira.

Sivas. Ocak 2015.
Eyüp Aktuğ

22 Ocak 2015

, , , ,

Bir Sinema İkonu Olarak Belgin Doruk

1959 yılı. Belgin Doruk şöhret basamaklarını hızla tırmanıyor.

Henüz altı - yedi yaşlarımda iken tanışmıştım bu isimle. Dedemle film izliyorduk. Yanlış hatırlamıyorsam TRT kanalıydı. Dedemin sevdiğim bir huyu vardı. Filmi bana anlatır, karakterleri ve aktörleri bana yorumlardı. Dedemle izlediğim bu filmin adını hatırlayamasam da bana söylediği şeyleri çok net hatırlıyorum.

20 Ocak 2015

, ,

Ankara, Sivas ve Sabah Namazı

Ankara... Beyaz yakalıların, diplomatların, sabah sekiz akşam beş yaşayanların şehri. Hava soğuk. İki hafta önce yağan kar hala yollarda. Duyduğuma göre üç ayrı dünya varmış bu şehirde. Ben devletim diyenlerin dünyası, ben halkım diyenlerin dünyası ve devlet ile halk arasında kendini konumlandıramayanların dünyası. Peki Harun Ankara'nın hangi dünyasından? Harun, ben devletim diyenleri sevmiyor. Hatta nefret ediyor diyebilirim. Harun, ben halkım diyenleri de sevmiyor, çünkü ben halkıım diyenler Harun'u anlamıyor. Harun, bu durumda, devlet ile halk arasında kendini konumlandıramayanların dünyasından. Harun kim mi? İşte, orada. Sırt çantasıyla sokağın köşesinden bana doğru yaklaşan genç adam. Adımlarını hızlı atıyor, ama temkinli. Ayakkabılarını yine bağlamamış. Bir gün ayakkabı bağcıklarına basıp düşecek! Bir şeyden kaçar gibi bir hali var.

Eyüp: Dostum, ne bu acele, kimden kaçıyorsun?
Harun: Kardeşim, kimseden kaçmıyorum,  otobüsüm saat on ikide. Geç kaldım.
Eyüp: Yüzüne ne oldu?
Harun: Dostum, beyaz yakalılar sakallarımı doğradı!