Onu anmaya ve anlatmaya onun kelimelerinden hareketle başlayacağım. Çünkü bazı şairler yeryüzünde kiracılığını doldururken, kelimelerini de alarak göçerler bu dünyadan. Mesela yort ve savul sözcükleri Ece Ayhan’ı, çile ve kaldırımlar sözcükleri Necip Fazıl Kısakürek’i, diriliş ve sağanak sözcükleri Sezai Karakoç’u anımsatıyor ve anlatıyor. Satranç, nehir, hüzün, andaç, ilkyaz, güz, İskender, terk, canerik gibi kelimeleri de birbirine eklendiği zaman zihnimizde travolta kesimi saçlarıyla ve daima bir ıssızlık hali olan gözleriyle bir şair portresi beliriyor. Satrançtaki ilk açılışı, ilk aşka benzeten ve artık geri dönüş yoktur diyerek devam eden bir şair. Evet, dönüş yoktur artık.
evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk açılış
artık dönüş yoktur
İlhami Çiçek, bir ilkyazdan koca bir güz yontan adam. Yirmi dokuz yıllık şiir yatağında gürül gürül akan bir ırmak. Hüznümüzde seğiren bir ağrı, kalbin orta yerinde çağıldayan bir çift göz. Terkisinde taşıdığı o kadim ve kabarık öyküye bizi de şahit tuttu. Yeryüzünün en meselesi, İlhami Çiçek şiirinin ana damarlarından birisiydi. İlhami Çiçek şiirlerinde inancın kavgasını veriyor ve inançsızlığı reddediyordu. Hayatın bir karşılığı olarak “satranç” isimli oyunu kabul eden şair, “göğe bezgin bakanların bir türlü öğrenemediği / bir oyundur satranç” mısralarında bu izahı belirginleştiriyor.