8 Haziran 2017

, , , , ,

Cana Değen Yumruk: Hangi Anahtar

Gabriel Garcia Marquez, Vivir Para Contarla isimli kitabında "Hayat insanın yaşadığı değildir; aslolan, hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır." der. İnsan neyi kaybettiğini hatırlamak ve hatırladığını anlamak, anlatmak için yaşar. Yaşamın, yaşıyor olmanın bu gayesi düşünmek ve düşünüleni dil ile izah etmek ile mümkün olmaktadır. Dilin talim ve terbiye müesseselerinin başında ise şiir gelir. Şiir, arayan, bulan, hatırlatan ve oluş-buluş deveranında mutlak olana uzanmaya çalışan bir alandır. İdris Ekinci'nin ifadesiyle "Şiir, dilin imkanları, sınırları içinde varılabilecek en uçtaki sanattır."

Günümüz şiirinin bunalımlarından birisi de şiirin hayat ile ilişiğinin kesilmesi, şiirin bir fantezi metni haline getirilmesidir. Bu yargıya  ulaşmak için güncel edebiyatı takip etmek yeterli olacaktır. Bunun için de öncelikli durağımız dergilerdir. Sağlam şiirin nedirinden ve nasılından haberdar olanlar görecektir ki, edebiyat dergilerinin birçoğunda birbirini taklit eden, tekrar eden, bir öze bağlanamayan şiirler vitrine çıkmaktadır.

Şiir adına yaşanan böylesi bir bunalım döneminde sağlam şiirin peşine düşen, şiiri bir mesuliyet meselesi olarak gören ve kazandığını koruyabilen, şiiriyle korunabilen bir şairdir Mustafa Melih Erdoğan. Şiirlerini Aşkar Dergisi'nden takip ettiğimiz Erdoğan, derginin genel yayın yönetmenliğini de sürdürmektedir. Şairin, Aşkar Dergisi'nin ilk sayısından günümüze kadar Türk şiiri ve dergiciliği adına değerli emeklerine şahit olduk. Erdoğan, şiirleriyle güncel şiir dilinin yerleşik kalıplarının dışına çıkmakta ve bu konudaki mesaisiyle şiiri sıradanlık çıkmazından kurtarmaya çalışmaktadır.

4 Mayıs 2017

,

Kırılsın Arada Ne Varsa

kan aktığında, atlar çatladığında bu sonsuz koşuda
artık ipek bir uzaklıktır dün sığınağı.

bir kışın lapa lapa dökülmesidir üzerime, tedbirsiz bir acıdır tenimde gezinen anı
koynumdaki karaltıdır o, beni sarhoşlayan uygunsuz sokaklardan yollardan geçiren
avuçlarındaki şeffaflıktır, kâfi gelir akıp gideni durdurmaya.

gün akşam, kahır göğsüme yaslanır durur
akşam ki iki defa gurbet, bıçaktır gün
iyi bilensin bu bıçak, sıyırsın parmaklarımdan saçlarını
içime eri, damarlanan gençliğime hıncıma sen yerleş
ama sen yabancı bir göz taşırsın yüzüme, adıma bitişmeyen bir dil
tütünü her okşayışımda koynumu yakmasın orada birileri.
insan nerenin meşhurudur bilmiyorum
dünya beni seninle azaltıyor, boşluk bırakmadan
baştan ayağa azaltıyor, uyusam uyansam hiç boşluk bırakmadan
ne olur sanki.

uygunsuz kelimeler geçirdim içimden, içim garip, içim bir başka
sana kendimi bir başkası olmadan uzattım, karanlığımı seyreltmeden
kelime atlamadan, hiçbir harfi yutmadan girdim ırmağına
ben boz bulanık bakışlarımı suvarırım sen buna tarifsiz gülersin.
seyiren dudaklarıma alnını ekledim, aklımın bir köşesinde atlar çatlarken
el yordamıyla tanırım düştüğüm ateşi
dünya söndürmedi içimdeki yaşamak yangınını
dünya dönse de ben durmak fiilindeyim.
senden öteye yol var mı, ucu sana dokunmayan gün
bir yol bulunur mu, bir yolu vardır
olmalıdır.

kendimi kitaba karıştırdım heves edip o sayfaya saptım
“bir daha gelmeyenler için” ithafıyla.
şarkıyı yeniden, o sokağı yeniden koştum
şimdi uzansın yüzüm yağmura, şimdi kapıyı kim açsın
şimdi kapı tanısın beni içine alsın bir şey sormadan
şimdi kırılsın uzaklık, kırılsın arada ne varsa.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Ocak - Şubat - Mart 2017, Sayı 41

28 Şubat 2017

Burası Bir Adam*

Merhabalar olsun. Buraya uzun zamandır yazamıyorum. Bugün bir şeyler karalamaya karar verdim. Büyük ihtimalle sizlere bahsetmedim. Hayatımda birtakım değişiklikler oldu. Artık Sivas'ta yaşamıyorum. Vazifem gereği başka bir şehre taşındım. Yaklaşık altı ay oldu. Her neyse, yeni bir düzen, yeni bir şehir derken zaman geldi geçti. Başlarda uyum problemi yaşasam da şimdilik bir sıkıntı yaşamıyorum.

Şehirden ve şehrin insanından uzağım. Günlerim hemen hemen birbirinin aynısı. Ev ve iş arasında geçip gidiyor. Bir göz odam var. Yaşam alanım altı aydır bu kadar. Televizyon alma ihtiyacı hiç hissetmedim. Gazete de takip etmiyorum. Memlekette ne oluyor, ne bitiyor bir kaç gün sonra haberdar oluyorum. Kendime ayıracak zamanım arttı ve bu zamanı kitaplar ile değerlendiriyorum. Şiir ve poetika üzerine kitap - makale okumaları yapıyorum. Bir taraftan da şiir ve nesir üzerine çalışmalar yapıyorum.

Burada yeni insanlarla tanıştım. Şuan için onlara bir yakınlık hissetmesem de gözleyebildiğim kadarı ile bir çoğu iyi insan. Zaman ileride neyi getirir bilmiyorum. Haftada iki üç defa film izliyorum. Siyah - beyaz filmlere karşı hususi bir alaka duyuyorum.

Şimdilik bu kadar. Umarım iyisinizdir ve her şey yolundadır.

31 Ocak 2017

Karanfil Fanzin #22: Ne Bu Deveyi Güdeceğiz, Ne Bu Diyardan Gideceğiz!


Karanfil Fanzin'in 22. sayısı çıktı. Sınırı 22. kez geçiyor, sesimizi 22. kez yükseltiyor, o duvarın karşısında 22. kez yumruğumuzu sıkıyor ve yarım bıraktığımız şarkıya 22. kez dönüyoruz. "Yani hiçbir şey yerinde değil pek." ön mısrasıyla başladığımız bu sayının manşetinde "NE BU DEVEYİ GÜDECEĞİZ, NE BU DİYARDAN GİDECEĞİZ!" diyerek hâlâ burada olduğumuzu ilan ve ihtara ediyoruz. Edip Cansever'in Salıncak isimli şiirinden yaptığımız iktibas ile duymak istemediğiniz şeylerin altını çizdik. "Bir su gürültüsü, bir pul koleksiyonu, bir duanın yaratılışı duyulur bu ara."

22. sayımızda sizleri karşılayacak olan ilk eser Ahmet Salih Şahin'in Doğu Ekspresi isimli öyküsü. Bir kompartımanda başlayan yolculuk, okuru bilincin dışında tutarak tahmini güç bir neticeye sürüklüyor. Bekir Salih Yaman, Türkçenin Düşmanları 1 başlıklı yazısı ile lisanın ve lisan üzre kalmanın neye tekabül ettiğini anlatıyor.

28 Aralık 2016

,

Kırık Yaz

belki demek cevap mıydı bütün bunlara, belki
insan karşılığını bulsun diye bu olanlar.

bana ne başkalarından, vurulan kazmalardan, açılan mezarlardan
bana ne, neyime gerek diyerek başladı başkalık
bana neydi komşunun evindeki yangından, yılandan
yılan kimseye dokunmamıştı, kimse de yılana ve böylece büyüdü soğukluk.
insan büyüyen bir soğukluktu bu yangın yerinde
yabancılıktı evlerin birbirine karşılığı, aralamadı perdesini kimse kimseye
yaşamak zannetti insan, yemek yedi, su içti, biraz uyudu, ekmeğini aradı
boğazımızda bir çatal olarak durdu dünya
boğazımızdan geçmedi sıkı sıkıya tuttuğumuz ekmek.
kimisi de çekmedi ayak altından ekmeği, onu biraz yedi ve bıraktı öylece
varlık oradan geçiyordu, bölüşmekten, her şey eksik kalıyordu cana dokunmadıkça.

kanımıza vurup duran neydi, sesimiz neden katıydı böyle
yüzümüzü yumuşatacak kelimeler yok içine düştüğümüz avrupa’da
silahı birlikte doğrultmak yerine birbirimize doğrulttuk.
dinmeyen bir mesafeydik şam’a, kırılgan bir çiçekti halep dediğin
bütün sınırların üstünü çizmeli betonarmelerden başlayarak
insanı nereye koymalı kalbine dönmesi için?

takvimleri kurcaladım, temmuzu yokladım, vatan dedim kendimi yokladım,
yok saydım, yoktu ellerim bile, başımı gezdirdiğim geceler yoktu
ellerim nerede kim bilir, ellerim tankları bükebilir
vatan ki imandandır, allah û akbar dedim onlar demos kratos sandılar.

yarının şarkısıdır söylediğimiz, çünkü vaat edilen gün bizimdir
kendimce anlamlar çıkarttım bir takım şeylerden
başımda okşayışların izi kaldı, babil’in saçlarında güneşler açtı
omuzlarım hep akşamdı, omuzlarımda orman serinliği
sayıp dökemediğim dağlar karşımda, fırat böyle coşkun
artık bir bombadır göğsüm patlamaya hazır.

yaz kırığıdır, kırıktır bardak, enfâl 17’dir önünde sonunda sığındığım
saklandığım, arındığım, arandığımdır o
ömer ki pırıl pırıl bir ağabeydir yanıma, bir adamdır kaburgasına tutunduğum.
ele geçecek başka yerimiz yoktu, başka yerimiz yoktu vurulacak,
iyilikli sabahlardı tutup göstermek istediğim
bir vatan günaydınıydı, bir kızın dönüp dönüp bakmasıydı mesela
kâfire sıkılan kurşunduk her cuma
amerika piç kurusuydu
yaz bunu.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Ekim - Kasım - Aralık 2016, Sayı 40

8 Kasım 2016

,

İftitah

tanımakla geçmiyor bir şey, titremekle, sövmekle
yürümekle,  yatsılardan kararan sokaklardan çalımla geçmekle
ekmeği alırken de o kız bana bakarken de
şarkı hep aynı yerde bitiyor, temkinli olamıyorum.

bayırlar yüreğimi soğuturken, insan insana derinleşen bir yarayken
incelen bir sızıydım her akşam, her akşam esmer bir delikanlıydım
kırçıldım ve kokulu bir kadın geçmezdi penceremden
öpülmekten göveren bir kadındı dünya
dudaklarım hiç uzanmadı onun karanlık taraflarına.
imlâ kurallarına itibar etmiyorum sana yanaşırken
inanmıyorum yaşıyor olmanın, yürüyor olmanın evrenselliğine
ne söylesem yavan kalacak biliyorum, ne söylesem herkesçe malum.

niçin diye bir uçsuzluk
niçin!
niçin günaha gireyim yola bir bahane ararken
yoldan aman dilemek mi niçin
kaçırmaktan kaybettiğim yüz işte bu kadar
hiç resimlenmemiş, hiç makyajlanmamış, haritalardan bakıyor gibi
yüz kere bir yüz, sonsuzun sonsuza kucak açması gibi bir yüz
tutulduğum yerden, tutunduğum köşeden, baktıkça boynumu eğen bir yüz.
cümlenin dışında kalmak mı
niçin!
yaraya bastığım bez niçin yapışmasın cana.

çoğalıyorum ama birikmiyorum, isim sıkıntısı çekmiyorum burada
çünkü dünya değdiği yerde iz bırakıyor, isim bırakıyor
buradan geçtiğimi ispatlıyor yalanla çekindiğim fotoğraf.
doğdum herkes gibi, anlamadan büyüdüm, büyüdüğümde de anlamadım
belki büyür büyür de göz olurum, ele avuca gelir içimdeki
tedirginlikte bulanan, ümit anında durulanan gözler olurum
toprağın bana müsait olduğu kadar ben de toprağa müsait olurum
gün gelir kendimi sesleyen bir sâlâ olurum.

ey gövdemi doğrultan esenlik
ey seyrine bedel ödeten gümrah dişi
fâtihâ ile arama sokulan telaş, beni dışarı bırakan kapı
koynundan çapaklanarak fırladığım her sabah
sımsıkı yunuyorum, sımsıkı yumuyorum gözlerimi
şimdi iftitah.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Temmuz - Ağustos - Eylül 2016, Sayı 39