7 Mayıs 2016

,

Yürüyorum Aramızda Herkes

uysal ağzını hınca hınç doldurmadım
giyinip dudağını kıvrılmadım bir köşeye
yürüdüğün haziranlardan getirmedim günün döndüğü saate
dağılmadı uykusuzluğuma saçların
sen varmadın kapıya ben akmadım merdivenlerden
ovulmadı yüreğim toprağın sana değdiği yerden.

uyudum, uzak bir şehre sürdüler beni
beni aklımdan geçmeyenle tehdit ettiler.
pencereye sataşan uzaklık, perdeyi ürküten karaltı
boşluğunu bir kadının kahkahasıyla örten sokak
dişiliğini üzerimde deneyen dünya
içine heykeller oyulan esmerliğim
tenimi reddeder gibi oturdu erik ağaçlarının arasına.

güç yetiremiyorum dilimin çaresizliğine
yeni matlar keşfediyorum kapıyı her yoklayışımda
nereye koşsam nereye dursam aynı yağmur
bunalıyorum kurumayacak bu gömlek
bu gömlek üç tarafından ıslanmış
üç tarafından sana gelmiş.

sırtımda kırıldı bana sunulan kadeh, dağıldı zehir
ben sıçradıkça böyle
dünyada derin yere değdi ayağım
      tamam mı abi
      tamam değil yasin ayna kırık, yüzüm yerinde mi
      ali’nin aynası kırık, yasin unutmayalım bu olanları.
suratıma sekip duran topuklular yok bu çerçevede
çünkü her fotoğraf yalan söyleyebilir
sırasında eksilebilir bütün olan.

yürüyorum aramızda duvar, duvarda resim, resimde kız
üzerime abanan apartman, mücahid’in akşamlı yurt odaları
uzadıkça uzayan vezne sırası
yürüyorum aramızda herkes aramızda bi dünya.

budandı dünyaya takılan kollarım gözüm isminde tozlandıkça
toprağına bağlandım, toprağın ile aşıladım kuruyan dallarımı
sancım dineldi seni andıkça, seni andıkça hatırladım andımı
seni andıkça boğazladım  her sabah koynunda uyandığım karaltıyı.
aynayı uzattım kaza süsü verdiğim yüzüme
dünümü bugünümü yarınımı yok bağışlayacak senden başka
senden başka yok karanlığımı aydınlığına ulayacak.

göze aldım dünyayı merhametini okudum
şükrettim geçtim de yanlışın içinden yolunu sordum
işittiğimi anlar kıl, kulağımı temizle bu irinden, beni sana sesle
hep ertelemişken ömrümü aldığım nefesi ertelemişken senden başkasına
şimdi pişmanlığımı erteleme.

bu kez senin için hazırlandım yola çıkarken
bu kez aynanın karşısına senin için geçtim
sana taradım saçlarımı cuma günleri
toyluğumun örsünden bir zırh çıkar bir kılıç
imdi sefer bana.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Ocak - Şubat - Mart 2016, Sayı 37

10 Nisan 2016

Karanfil Fanzin #19: Türk Şiirini At Pazarına Kim Soktu?


Karanfil Fanzin'in 19. sayısı çıktı. Sınırı 19. kez geçiyor, sesimizi 19. kez yükseltiyor ve 19. kez gitmemek üzere bir araya geliyoruz. Bir araya geldik ve gitmiyoruz. "TÜRK ŞİİRİNİ AT PAZARINA KİM SOKTU?" manşetiyle okurlarını karşılayan Karanfil Fanzin ve ekibi ilave bir not daha düştü: "Türk şiiri, at pazarı dergiciliği ile büyük bir ivme kazandı. İstanbullu dergileri tebrik ediyoruz."

29 Mart 2016

, ,

Ayrılığın Bir Başka Durağı: Ben Gamlı Hazan

Melahat Pars, Bestekar ve İcra Sanatçısı

Ayrılık şarkılarının bir başka durağı da Melahat Pars'ın sesinden geçmekte. Bestesini ve icrasını kendisinin yaptığı Ben Gamlı Hazan'ın güftesi ise Sıtkı Angınbaş'a ait. Bu şarkıyı ilk defa Alın Yazısı filminde dinlemiştim. Bir ayrılık sahnesiydi. Haydar'ın ve Fatma'nın bu ilk ve son demine Melahat Pars'ın sesi eşlik ediyor. Unutmadan, eser Uşşak makamındaymış.
Ben gamlı hazan sense bahar dinle de vazgeç
Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç
Olmaz meleğim böyle bir aşk ben de vakit geç
Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç
Türk Müziği'nin 70'lerinde şöhrete ulaşmış bir eser. Sonradan öğrendiğime göre 1971 yılında Milliyet Gazetesi, bir anket düzenliyor ve yılın en çok beğenilen on eserini seçiyor. Bu eser ise dördüncü sırada kendisine yer buluyor. Böylesi bir ruha, bir hikayeye ve içimizi tırmalayan bir efkara sahip eserler, insana kendisini hatırlatıyor ve hemen her yerde duyduğumuz disko ritmine karşı dinleyene kurtarılmış bir hüzün sunuyor.

Eserin oluşmasında rivayet olunan bir söylentiye göre (ne derece doğru bilinmez) TRT'nin ses sanatçısı ve bestekarlarından olan Melahat Pars'ın yanına genç bir üniversite talebesi ziyarette bulunur ve kendisinin musiki birikiminden istifade etmek istediğini söyler. Melahat Pars, öğrencide kabiliyet görür ve onu kabul eder. Bir müddet sonra bu genç adam, ders aldığı Melahat Pars'a aşık olur ve bu durumu fark eden ünlü bestekar, kabiliyetli öğrencisi musiki hevesini kırmak istemez ancak onun için bu eseri besteler.

6 Mart 2016

, , , ,

Eraserhead Filmi Üzerine

Eraserhead filminden bir sahne

Karanfil Fanzin'in bir okuru tavsiye etti bu filmi. Eraserhead. Türkçeye çevirmek gerekirse sanırım Silgi Kafa gibi anlama karşılık gelmekte. Filmin yönetmeni David Lynch ve onu tanıdığım söylenemez. Küçük bir araştırmanın ardından filmlerinin pek de anlaşılır cinsten olmadığını gördüm. Sürrealist, deneysel filmleri varmış. Fragmanını izleme ihtiyacı hissettim. Saçlarını yukarı kaldırmış ve boş, tedirgin bakışlı bir adam vardı. Gergin ve kaygılı bir marula benziyordu yüzündeki bu ifadeyle. Evet, tahmin ettiğiniz gibi fragmandan hiçbir şey anlamadım, filmin içeriği ve temasıyla alakalı herhangi bir tahmin yürütemedim. Şimdi gelelim filmi izleme sürecime, daha doğrusu sürecimize.

3 Mart 2016

, , , , , , , ,

Aşkar'ın Şairlerinden Sahih ve Sahici Kitaplar


Türkçe vatanımız, Aşkar evimiz!

"Eve dön, şarkıya dön, kalbine dön!" diyerek bizlere seslenen Aşkar Dergisi 37. sayısını çıkardı. Kargoların büyük bir bölümü de yola çıktı. Yakın zamanda Aşkar'ın yolunu gözleyenler inşallah Aşkar'ın bu sayısına kavuşacak. Aşkar'da 2015 yılı hayli hareketliydi. Aşkar'daki bu hareketlilik 2016 yılı için gelişmelerin habercisi oldu bir bakıma. Aşkar'ın şairleri Mustafa Melih Erdoğan, İrfan Dağ, Aziz Mahmut Öncel, Özgür Ballı çıkardığı şiir kitapları ile dört koldan biz buradayız dediler.


Allah hayırlı uğurlu etsin diyorum. Aşkar ile ilgili gelişmeleri bu Twitter adresinden takip edebilir, abonelik hakkında şu adresten bilgi alabilirsiniz.
,

Cürmümeşhut

yaşamak insanı kanıtlamıyor, bana tahtadan yangınlar oymakta dünya
birileri birilerini sıfıra tamamlamakla meşgul
bir ilgisi yok hayatın, merdivenlere diklenen yorgunluğumla.
merdümgiriz kollarla kucaklayıp yağmalanan erik ağacımı
derin bir uçurumu tekrar ediyorum böyle her sabah
hastane bahçesinden eğimsiz akşamlara büktüğüm dalları.

ayaküstü içimi sökmeden, yere düşürmeden sakındığım mendili,
hurdaya çıkardığım kahkaha ürkütmeden kundaktaki bebeği,
yüzümü örselemeden, dilimi çatallamadan sırtımda soğuyan dünya
yağmur çözüldü ben çözüldüm önünde, toprağa girer gibi
ömrüme ayraç kaldı alnımda geceleyen haziran gözleri.

artık gölgem yakışmıyor duvara, kendi kendinden nasıl çıkar insan
tamah edemiyorum, cürmümeşhutum, elimde kaldı bıçak
şimdi nereye değsin vakit?

anlatan biri olsa cesaretin korkuyla başladığını
korkulan şeyin bir başkasında cesaret bulduğunu
nehrin kanayan tarafında yükselen sesin
dedemin  nefesini açan fecr suresi olduğunu
anlayan biri olsa yeşeren ekmeği, zâriyât elli sekizi.
köyün muhtarı tanımlayamıyor bütün bunları
bürokraside bir karşılığı yok aldığım nefesin
içime inen bu yağmuru sözün nerede ne zaman başladığını
insanın neye niçin terk olunduğunu belgelemiyor nüfus müdürlüğü
beni diğerlerinden ayırsın diye sırtımda mutad bir işaret
bilinsin, beton kadınlar için uygunsuzum.

bulmanın kapısı: onu tarif edemem, fakat eşiği annedir,
ağırlaşan geceyi seyrelten merhamet
onun sunağından sokulur toprağın göğsüne.
anne kaybolunca kalmıyor kapının bir önemi.

bilincin dışına, apartmanların dışına, şehrin dışına
su bazlı abdest, kartonpiyer dua, damlaya damlaya boşaldı göl.
uğul uğul sevindik, şehri tepeleme gezip
nafile öğünler serpiştirdik gün içine
kolalı yakalarımızda sakladık ayın on beşini
tabiatın dışına sürüldü kavga, yer yok aşka ve ölmeye,
korelasyon hesaplarıyla çözümlenmekte rızk.

insanı nereye kapatsam çevrimiçi bir kalabalık
dört nokta yedi inç insanın ölüme bakışı
bir anneyi kuyuya sarkıtmalı çıkarsın diye insanı.

Eyüp Aktuğ, Aşkar Dergisi, Ekim - Kasım - Aralık 2015, Sayı 36

20 Şubat 2016

, , ,

Hudutlu Bir Akıldan Hudutsuz Bir Servete

Ayna, metal bir levhanın parlatılmasıyla yahut cam bir levhanın bir takım kimyevi maddeler kullanılarak sırlanmasıyla elde edilen ve karşısında duran her ne ise soğuk bir dille onu tarife kalkan, esrarlı bir delik. Tabiiliğin veya ruhi muvazene kaybının ilk basamağı… Yalnızlığın ve tecrit edilmişliğin, herkeste olanın fakat hiç kimsede mevcut olmayanın, zayıflığın, çirkinliğin, güzelliğin, zaferin ve yenilginin ikamet ettiği biricik adres, ayna…

Gayet parlak ve ışıldayan bir derinlikle, herkesten gizlediğimiz o mahremi, o yasak sırrı, alnımızda remzlendiren bu esrarlı alet, müthiş bir hokkabazlık marifetiyle kendini kendinden olmayandan gizlemeyi başarmıştır. Aynanın karşısına geçen herkes, evvela kendisine dikkat kesilir. Kendinden önce aynayı görmek, suratındaki çizgilere yaklaşmadan evvel aynaya yaklaşabilmek ve onu bu esrarlı hava içinde kucaklayabilmek tabii insanların bir meselesi değildir. Kanaatimce ayna, sanat ve estetik adına girişilen keşiflerin en büyüğüdür. Bunun içindir ki zıt kutuplar arasında bir köprü görevi gördüğü inancındayım. Bir aynanın ayna olabilmesi için maddenin tabiatı gereğince belli başlı şartların hasıl olması gerekir. Girizgâh yaparken de üzerinden geçtik; metal bir levhanın parlatılmış olması yahut cam bir levhanın bir takım kimyevi maddeler kullanılarak sırlanması. Bütün bunlar uygun sıra ile bir araya geldiğinde karşımızda duracak olan nesne, bize asli görevini ifa eder mi? Evet veya hayır. Fakat unuttuğumuz bir şey var. Aynanın asli görevinin eksiksiz yerine getirebilmesi için insanın çalışır vaziyette, sıhhatli bir göze ihtiyacı vardır. Bu da yeterli değil. Nasıl ki bir otomobilin hareket edebilmesi için petrole ihtiyacı varsa, aynanın da ışığa ihtiyacı vardır. Aksi halde sonsuz, som bir karanlıktan başka bir şey sunamaz bize.