18 Ekim 2015

Karanfil Fanzin #16: İlhami Çiçek Özel Sayısı

Karanfil Fanzin’in İlhami Çiçek özel sayısı çıktı. Yumruğumuzu 16. kez sıkmanın, sınırı 16. kez geçmenin, sesimizi 16. kez yükseltmenin gururunu duyuyoruz. Bu sayımızda şiir, eleştiri, kitap, öykü ve müzik sahalarında bir araya geldik. Bir araya geldik ve 16. kez gitmiyoruz.

Eyüp Aktuğ, "Bu Hüznün Mesnevisi Yazılmadı*" başlıklı yazısıyla Satranç Dersleri'nden hareketle yarıda bırakılan oyunu geri çağırıyor, kaybedilen atları da beraberinde alarak. Ali Yılmaz, "İlhami Çiçek ile Stefan Zweig'in veya Müslüman Bir Şair ile Kafir Bir Romancı*'nın Satranca Bakışı" başlıklı yazısıyla Dr. B.'nin satranç zehirlenmesine uzanırken, kesin matın olmadığını bir dalgının gözüyle bize aktarıyor. Zülal Davan ise "Patikalar İz Boyu" yazısıyla ıssızlığı ve ekmeği aynı sunakta uzatıyor bizlere.

12 Ekim 2015

,

Doksan Sekiz Nokta Üç

Koridoru ağır adımlarla, duvarı eliyle takip ederek geçti. Nihayet kapıya ulaştı. Pencereden odaya inen ay ışığı loş bir aydınlık bırakmıştı odanın içine. Masanın hemen solundaki sehpada, kırmızılı beyazlı çay tabağının üzerinde kambur bir mum gözüne ilişti. Kibriti mutfakta unuttuğundan hayıflandı kendi kendine. Geri döndü. Bu kez adımları hızlı.

Çekmecedeki pilleri radyoya taktı. Frekansları biraz karıştırınca, durakladı bir an. "Dolaştım alemi gurbet gezeli. Bulamadım Zahidem'den güzeli." Nefes Neşet Ertaş'a aitti. Sıcak, hem çok yakın hem çok uzak bir nefes. Ateşten bir tını, karanlığı lif lif düğümleyen bir sesti bu. Pencereyi açtı sonra, başını sokağa uzattı. Yağmur devam ediyordu yağmaya. Duramadı, kendini hızla sokağa attı. Büyük caddeyi tırmandı. Derin derin soluyordu. Bir saat kadar böylece yürüdü. Üşümüştü de biraz. Eve dönüş için ara sokağa saptı. Evi karşısında bulduğunda heyecanlandı birden. Aldığı nefes biraz daha derinleşti. Pencereden odanın ışığı sokağa dökülüyordu. Bir kaç adım sonra elektriklerin gelmiş olduğunu anladı. Sırtını eve döndü ve yürümeye başladı.

29 Eylül 2015

,

Tahammülfersa

ı.
yağmurun ve toprağın insanı çattığı bir zamanda
şehrin iniltisi henüz uğramamışken bileklerime
şükür kelimesinin ekmek gibi boğazımdan geçtiği
kalbin yaşamaya yettiği çağlara uzandım,
insanoğlunun kravatlarla boğazlanmadığı çağlara.

kırdım bilinç isimli o şemsiyeyi,
gövdeme nehirleri bağlayan bir dalgınlıkla
göğsümü sıradaki sağnak için açtım.

ıı.
onlara leyla budur dedim ekmeği tutarak
öpüp alnıma koydum onu nerede görsem,
dantel gözleri yoktu bizim leyla'nın
koynum buğday tarlası ellerim toprağın saçlarında.
yasalarda yok akşamüstü eve dönüşü bir babanın
bu tunç bir şarkıdır dudakta oğullar için.
biliyordum yalnızca bir anne başarabilirdi
buharlı makinanın keşfini ertelemeyi,
onu inandıramadım uçakların da sahiden uçtuğuna.

ııı.
göğsümden yeryüzüne taşan o şey nedir?
nedir bir kalpten başka bir kalbe çarpan,
yutkunurken boğazıma barajlar kuran o şey?
evlenişi gibi kız kardeşimin, onu alnından ilk öpüşüm gibi
keder ve sevinç hırpalamakta beni.
ve aşkı tarif etmek yoktu heveslerimin içinde,
gece yarılarında ay nasıl vurur iki kaşımın ortasından bilmezdim,
anlamazdım açık bırakılan bir pencere ne işe yarar,
yahut mektupların bir ucu neden kundaklanır.
sonra fabrikaların paydos düdüğü, ümmü gülsüm, enta omri
kamyon garı, kollarım zayıf, bacaklarım titriyor sonra yirmi lira.
o kıza getirecektim şimdi lafı ama eve yürüyerek döndüm
öyle yorgunum ki.
hep kışa büküldü nedense geçtiğim yollar,
gurbetin tadına vardım ağzım yandı.

göz döktüğü kadarmış
gördüm.

ıv.
nasılsa kapılar kapanmak içindir.
bir ev başka bir evden kapıyla başlar ayrılmaya,
bir oda başka bir odadan kapılarla bölünür önce,
ve yüzümüze kapanmayı bekleyen bir kapı bulunur her zaman.
yaşamak da bir kapıdır aslında yüzüme ölümün çarpacağı bir kapı,
o halde niçin bunca uğraş?
Allahsız iktisat hüznümüze ipotek çıkartmışken,
insanın aziz sayıldığı, ekmeğin hem leyla hem anne olup
soframızı hazırlayıp soframıza konduğu çağlar
bilmek isterim hangi kapının ardında kaldı?

gazeteler yazmadı içimden geçeni
bir güvercin ölüsüyle uyanmak gökyüzüne
varılmıyormuş bir yeri terk etmeden bir başka yere
öğrettiler
insan bir başkasının acısıyla nasıl susar
annemin ipek ellerinden, babamın gözlerime değişinden sonra
o kıza getirecektim şimdi lafı o kızın saçlarına

Allahsız iktisat.

v.
çocuklar, bu ilk dersimiz
yara aldık
yaralarımızdan yürüyeceğiz Allah'a.

Eyüp Aktuğ
Enfa Edebiyat - Ağustos 2015

26 Eylül 2015

, , ,

Ankara ve Amasya Seyahatlerim Üzerine

Kadrajımdan Kocatepe Camii

Anlatacaklarıma başlamadan önce bayramınızı tebrik eder, hayırlar getirmesini temenni ederim. Aşağı yukarı bir haftadır yollardayım. Neredeyse 2000 kilometreye yaklaştı yaptığım yolculuk. Bu yazımda yaptığım bu küçük Türkiye turu üzerinde yaşadıklarımı ve ilgimi çeken şeyleri sizlerle paylaşacağım. Altı kişilik bir grup ile Sivas'tan hareket ettik. İdris Abi, Hüseyin Abi, İrfan Abi, Melih Abi, Selim ve ben. Saat 12'de Sivas'tan ayrıldık. İlk molamızı Yıldızeli, Kavak Köyü'nde verdik. Cuma namazımızı eda ettikten sonra, anacığıma yaptırdığım börekten ilk dilimlerimizi aldık. Acıkmıştık biraz.

Ankara'ya giderken çokça mola verdik. İrfan Abi'ye kalsaydık, hiç mola vermeden üç buçuk - dört saatte bizi Ankara'ya ulaştıracaktı. Fakat yol üzerinde gördüğümüz her kavuncu da durup, kavun yememiz yolculuğumuzun süresini iki katına çıkardı. Yemeğimizi ise Sorgun'da Ali Usta'nın yerinde yedik. İrfan Abi'nin söylediğine göre efsane ciğer yapıyor Ali Usta. Soframıza yapılan ikramlarda da oldukça cömert davrandılar, salatamızın bittiğini gördüğü anda, bizim söylemimize gerek kalmadan tazelediler. Nihayet her fırsatta mola vere vere Ankara'ya ulaşabildik. Altındağ'da geceyi geçireceğimiz binaya ulaştık. Bizleri Yavuz Abi karşıladı. Eşyalarımızı, sırt çantalarımızı odalarımıza yerleştirdikten sonra çay faslımıza geçmiş bulunduk. Peşine ise Hamamönü'ne, Taceddin Dergahı'na doğru yürüyüşümüz başladı.

13 Eylül 2015

,

Elmanın Kararan Yüzü

Elmanın Kararan Yüzü

suya dair cümleler kurdum elmanın kararan yüzüne
savaştan kaçırdım içimde yeryüzünü gözetleyen çocuğu
onu yarınlarla avutup, umudu yonttum her yarın da.
bu takvim duvarda iyi durur dedim,
kendime bir yarın daha seçtim.
gördüm ki yokmuş hiç soluklanacak bir çeşme
Allah’ım yetişemiyorum verdiğim nefese.

çevirsem kırılacak bir anahtardı elimdeki
korkuyla yaklaştım yoluma eğleşen kapılara.
eve dönerken başka başka sokaklara saptım da
bulanık akşamlardan geçtim o şarkıdan geçtim.
dayak yedim babam kaşlarını çattı
anneme göstermedim sırtımdaki yaraları
ben yumruğumu hep cebimde sıktım
gözlerimi kıstım o saçlarını tararken.

her kulaçta bir yerim sancıdı
yürüdüm ayakkabımın boyası atana dek
öğrendim eve varmayan yolları.

içimi dökemedim
yüksek topuklar dilimi anlamadı.
kulak kesildim merdiven çıkan gülüşlere
kaç koridor sustum ben.
dağı karşıma aldım da eğdim başımı
balkonda sabahlattım beyrut’u, fairuz’u, gözlerini,
çamaşır ipleri de bilmiyor leylâ nasıl yazılır?
asansör çıkarmıyor beni dalından düştüğüm ağaca.

sancımı jenerikte görmüşler
ama filmin hep kesilen sahnelerindeyim.
vurulursam tam şuradan vurulacağım
esmer bir merhaba olacak dudaklarım.
film bitti, takvim düştü duvardan
kırıldı anahtarım kapıyı zorlarken
cevabını veremedim
yaşamak hayatın neresinde durmaktı?

Eyüp Aktuğ
Karanfil Fanzin, Ağustos 2015

31 Ağustos 2015

Karanfil Fanzin #15: Selâmün Aleyküm Dostlarım ve Düşmanlarım

Karanfil Fanzin’in Ağustos sayısı çıktı. Yumruğumuzu 15. kez sıkmanın, sınırı 15. kez geçmenin, sesimizi 15. kez yükseltmenin gururunu duyuyoruz. Bu sayımızda şiir, eleştiri, kitap, sinema ve müzik sahalarında bir araya geldik.

Eyüp Aktuğ, “Elmanın Kararan Yüzü” şiiriyle içinde yeryüzünü gözetleyen çocuğu savaştan alıkoymanın gayretinde, “çevirsem kırılacak bir anahtardı elimdeki / korkuyla yaklaştım yoluma eğleşen kapılara.” mısralarıyla filmin kesilen sahnelerinde yerini alıyor. Ali Yılmaz, “Zaman Yankısı” şiiriyle eski bir alfabeden hareketle bizleri Mısır’a, Sümer’e ve Babil’e doğru yolculuğa çıkarıyor, “uçaklar ve otomobillerden önce karşılaşsak / belli ki daha iyi anlaşacaktık” mısralarıyla modern zamanların ekşiyen suratında beşinci cevheri arıyor. Yasin Fişne ise “Unutmak” isimli şiiriyle unutmanın da bir nimet olduğunu hatırlatıyor bizlere, “artık anlamalıyım / kopya çekmenin sınava dahil olduğunu” mısralarıyla kirli sakal koalisyonlara kafa tutuyor. Uğur Yanıkel ise “Cumartesi Kırmızı” şiiriyle bu sayımızda yerini alıyor, “atlar su içer biz ağlarsak” mısraından hareketle… “Seni Hatırlatan” isimli şiiriyle Orhan Batuhan Akgül dikkatleri üzerine çekiyor, “Göğümüzde taçlanacak / Sen korkunç bir şiddetle eseceksin hatrıma” mısralarıyla belleğin kalp çıkmazındaki yerini gösteriyor bizlere.  Azad Tartud, “Açık Hesap” şiiriyle bizleri borçlandığımız kitapların ağırlığı altında ezmeyi ihmal etmiyor. Murat Bingöl ise İsmet’in Haydarpaşa Garı’nda başlayan serüvenini fısıldıyor bizlere “İstanbul’a Hoşgelmiştin İsmet” şiiriyle. Şiir bölümümüzün bir diğer şairi Samet Polat, “Kuşkulu Kuşluk Vakti” isimli şiiriyle yüzüstü düşmelerimizi bize tekrar gösteriyor.

28 Ağustos 2015

Bisiklet Gezilerim Üzerine

23. Durum Raporu'nda sizlerle paylaşmıştım. Artık şehir içi ulaşımımı bisikletle yaptığımı ve haftanın belli günlerinde şehrin dışına gezilere çıktığımdan söz etmiştim. (Bir sonraki cümleye geçmeden şu şarkıyı açtım, siz de dinleyebilirsiniz) Nerede kalmıştık, bisiklet gezilerim diyordum. İyi bir bisiklete sahip değilim. Beni hayli yoruyor ağırlığı.  Hafif ama sağlam bir bisiklet almak gerek. Ama şimdilik bunu erteliyorum. Bu yüzden gezilerim sırasında 45 dakika da bir mola verdim. İşin kötü tarafı bir de rüzgarın muhalefeti vardı. Ben pedal çevirdikçe rüzgar hızımı yavaşlattı. Bir de yol toprak olunca hayli zahmetli oldu. Gezilerimin güzergahına gelince, ilk hafta şehir merkezinde Taşlıdere civarına kadar ilerliyordum. Gidiş - geliş ile birlikte yaklaşık 20 kilometre yol yaptım. Yola çıkmadan evvel tekerlerin durumuna ve frene bakmak gerekiyor. Taşlıdere civarında Dörtnal At Çiftliği var. At çiftliğine gidiyordum. Hem tabiat ile başbaşa kalıyordum, hem de hayvanlarla ilgileniyordum. Çiftliğin hayli geniş bir sahası var. At biniciliğimi de çiftlikteki dostlarım sayesinde geliştirdim.

Bir sonraki hafta bisiklet gezimin rotasını değiştirdim. Cumhuriyet Üniversitesi'nin arka tarafına geçtim. Yokuş bir yolu tırmandım. Yola çıkmadan önce Google Maps'ten rotamı çizmiştim zaten. Bu kez 35 kilometrelik bir güzergahım vardı. Yanıma yiyecek ve iki litre su aldım. Yola öğleden sonra çıkmıştım. Havanın serinlemesini beklemiştim. Geziden döndüğümde karanlık bastıracaktı. Fakat bisikletimde selektör çıkartmalardan yoktu. Kırmızı selektör çıkarmalardan yapıştırdım arka ve ön teker tutuculara. Karşıdan veya arkadan gelen herhangi bir taşıt beni fark etmeyebilirdi. Bu selektör çıkartmaları ışığı geri yansıttığı için daha emniyetli. Aslında yanıp sönen kırmızı ışıklardan almam gerekirdi. Fakat bu yöntemde işimi gördü. Üçüncü haftamda ise Sivas'ın mesire alanı olan Paşabahçe tarafına doğru pedal çevirmeye başladım. 20 kilometrelik (gidiş - dönüş)  bir rotam vardı. Fakat planladığım gibi olmadı, yakın bir dostumun telefonu ile gezimi yarıda bırakıp şehir merkezine dönmek zorunda kaldım.