30 Eylül 2019

, ,

Sabır, Emek ve Kıymet Üzerine

Uyandığımız her yeni sabaha bir önceki günden farklı bir insan olarak başlıyoruz. Yaşadıklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımız, doğrudan veya dolaylı olarak karşı karşıya geldiğimiz bir çok şey bizi dönüştürüyor. Akıp giden bir zamanın içinde bulunuyor ve bir şekilde çevremiz ile münasebet kuruyoruz. Kendimizi zamanın dışına alamadığımızdan ve çevremiz ile olan münasebetimiz yaşadığımız müddetçe devam edeceğinden bu dönüşümün önüne geçilemeyecektir.

Değişmek, dönüşmek, bir hâlden bir başka hâle geçmek meselesine gelince... Bu meseleyi yorumlarken "kemâle ulaşmak" deyimine müracaat edeceğim. Eskilerin  bir sözü vardır. "Artık yaş kemâle erdi." derler. Bu cümleden olgunlaşmak, pişmek anlamını çıkarmak mümkündür. O halde soruyu soralım. 
Madem ki uyandığımız her yeni sabaha bir önceki günden farklı bir insan olarak başlıyoruz. Yaşamış olduğumuz bu dönüşüm, bizi bir hâlden daha üstün bir hâle mi ulaştırıyor? Yani "ulaşılması arzu edilen kemâle" biraz daha mı yaklaştırıyor?
Zamanımızda her şey çok hızlı ve bu dönüşümler o kadar hızlı yaşanıyor ki, hemen her şey çok çabuk üretilip çok çabuk tüketilmekte. Ertesi güne çok hızlı bir şekilde değişip, dönüşerek başlıyoruz fakat bu değişim ve dönüşüm bizleri kemâle ulaştırmıyor. Pişmiyoruz ve olgunluk kazanamıyoruz. Biraz önce ifade ettiğim üzere her şey çok hızlı hareket ediyor ve çok hızlı yaşanıyor. İnsanın çevresiyle kurduğu bağ ve münasebeti bu hızdan olumsuz etkileniyor. Her şeyin bu kadar hızlı üretilip, bu kadar hızlı bir şekilde tüketilebilmesi insanın değer yargılarını da değiştiriyor. İnançları, ahlak anlayışı, estetik anlayışı, gün içerisinde sarf ettiği cümleler bu dönüşümün bir parçası oluyor. Bu durum zaman içerisinde bir döngü halini alıyor ve insan ismini verdiğimiz varlık bu döngünün içinde bir anlam arayışına giriyor.

26 Mayıs 2019

,

Aşkar Dergisi'nin 50. Sayısı Çıktı

Aşkar 50
Aşkar Dergisi'nin 50. sayısı çıktı. Üç aylık yayın periyodu ile çıkan derginin Nisan - Mayıs - Haziran 2019 tarihli sayısı güçlü ve kalıcı bir ses olarak okurunun karşısında.

Bu sayı şiir, öykü, musiki, söyleşi, taarruzname, kitap ve sinema bölümlerinden müteşekkil. Derginin kapağında ise İsmet Özel'i ve İsmet Özel'in Faydasız Randevu isimli kitabından bir iktibası görmekteyiz.

"İnsanı insan kılan yüzlerce özelliğin çöpleştiği bir ülkede ülke insanını sadece çöplerin temsil ettiği durumlar doğar. Yüzlerce kültürün kalıntıları üzerinde yaşıyor olmak kendi başına hiçbir anlam taşımaz. O kültürlerden nasiplenerek özgün bir hayat kuramayanlar o kültürlerin çöplüğünde yaşıyor demektir. Bu kadarla kalsa yine iyi: Kurtuluş nedir bilmeyenler mirasçısı olmadıkları kültürlerin çöpüdür."

Bu sayının şiir bölümüne katkı sunan isimler arasında Vural Kaya, Yunus Emre Altuntaş, Muhammed Sarı, Çağrı Subaşı, Ali Cahit Yılmaz, Burak Çelik, Burak Coşkun, Cihad Özsöz, Yavuz Altınışık, Ümit Çiçekli, Emrah Çiftçi, Ahmet Emerce, Özgür Ballı, İrfan Dağ ve Aziz Mahmut Öncel'i görmekteyiz.

7 Mayıs 2019

, ,

İçimizden Söyleştik IX

Uzun zamandan beri Aşkar’da şiirlerini okuyoruz. Niçin Aşkar?

Bu sorunun bendeki karşılığını Aşkar'ın 40. sayısında Dikine Paralel'de "Şiirin Sözü Türk'ün Özü" serlevhası altında ifade etmiştim. Mustafa Melih Erdoğan'ın ifadesiyle şiir bizim için bir mesuliyet meselesidir. Mesuliyetimizi yerine getirebilmek ve sağlam bir zemin üzerinde hareket etmek için hakiki bir mevzi gerekliydi. Aşkar'ı ve Aşkar'a omuz verenleri tanıdığım zaman, arayışında bulunduğum sağlam zeminin kendisi olduğunu anladım. Aşkar'ı ve bu hakiki mevziyi koruyanları tanıdıkça muhatabımızın ve neye niçin talip olduğumuzun daha iyi farkına vardım. Samimiyet sahibi insanların Aşkar'daki varlığı beni Aşkar'a bağladı. Zaman ilerledikçe Aşkar benim ve şiirim için bir sığınak oldu. Bir araya geldiğimizde kapının dışında bırakıyorduk bu dünyaya ait olan gündemi. Bu yüzden Aşkar.

Şiire nasıl başladın? Niye başladın? Şiirin hayatında bir yeri var mı? Olmasa da olur mu?

Her insan kendisini bir şekilde ifade etmek ister. Bunun türlü türlü yolları vardır. Bu yollardan birisi de şiirdir. Şiir serüvenimin başlangıcı lise yıllarıma uzanmaktadır. İlk gençlik yıllarımdı. Sezai Karakoç'u, Necip Fazıl Kısakürek'i, Turgut Uyar'ı o yıllarda okumaya başlamıştım. Özellikle Necip Fazıl'ın şiiriyle hemhal oluyordum. Öyleki onun şiirlerini taklit ediyor, hece ölçüsüyle şiirler yazmaya çalışıyordum. Üniversitede ise İsmet Özel şiiriyle tanıştım. Böylece şiir bende çok daha başka bir anlam kazandı. Kendimi ifade edebilmek için başladığım şiir, artık kendimin dışına çıkmıştı. Şiirin bendeki karşılığı başkalaşmıştı. Kafamda kurduğum bazı şeyler yeniden şekilleniyordu. Şiirle temasım arttıkça sahip olduğumu zannetiğim birçok şeyin esasen sahibi olmadığıma kanaat getirdim.

Bu yönüyle şöyle geriye dönüp baktığımda elimde tek birşey kalıyor. Şiirim de şiirimiz de bir vatan sahibi olduğumuz için şiir. Şiirin hayatımdaki yeri işte budur. Olmasa da olur diyemiyorum. Çünkü hissettiklerimi, düşündüklerimi karşılayabilecek başka bir zemin göremiyorum.

Şiir yazmanın dışında poetik anlamda şiire kafa yoruyor musun? Neler söylemek istersin?

Zaman zaman Türk şiiri üzerine poetik okumalar yapıyorum. Yaptığım poetik okumalarla şiirin gerçekliğine daha rahat girebiliyor, şiirin yardımcı unsurlarını daha net görebiliyorum. Bu durum şiiri okurken de şiiri yazarken de daha başka açılardan şiire yaklaşmama yardım ediyor. Şairin malzemesi kelimelerdir. Şiiri kelimeler üzerine bina eder. Bu kelimeleri yan yana getirirken kullandığı teknik ona daha başka anlamlar katacaktır. Anlamı zenginleştirecek ve şiir ayakları yere basan ve iddia sahibi bir metin haline gelecektir. Bu yönüyle bir arayışın içerisindeyim. Dil ve teknik konusunda yazılan akademik metinler ilgimi cezbediyor.

(Hüseyin Karacalar'ın sorularını Eyüp Aktuğ cevapladı.)

Aşkar Dergisi, Ekim - Kasım - Aralık 2018, Sayı 48

Slovakyalı Salyangozun Evi Nerede?

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın sosyal medya hesabındaki paylaşımından hareketle tanımadığım bir insanın kullanıcı profiline ulaştım. Bahsimize konu olan kullanıcı profili Instagram isimli bir paylaşım sitesi üzerindeydi. Tanımadığım bu insanın Instagram üzerindeki kullanıcı profilini ve paylaşımlarını inceledim. 140.000'den fazla takipçisi olan bir kadındı profilin sahibi. Paylaşımlarıyla ne kadar özenilesi ve arzu edilesi bir hayata sahip olduğunu ispat etmeye çalışıyor gibiydi. Sahip olduğu ışıltılı oturma grupları, salon takımları, bilmem kaç bin liralık yemek takımları, dört beş çeşit kahve setleri, perdeleri, halıları, masaları, sandalyeleri, avizeleri, beyaz eşyalarıyla şunu demek istiyordu sanki. 
"İşte bu, ev hanımları...
Huzur ve saadet dolu bir yuva kurabilmek için evinizin böyle olması gerekir. Aradığın huzur ve saadet ancak böyle bir evin içinde mümkün olacaktır. Görüyor musun bak, ben fotoğraflarda ne kadar da mutlu görünüyorum. Çocuklarım ve kocam ne kadar da mutlu."
Akıl alır gibi değil, vaziyet tam olarak böyle. 140.000'den fazla insanı etkileyen ve hemen her gün on binlerce insana bu ve bunun gibi telkinlerde bulunan bu kullanıcı profili gibi daha bir çoklarının var olduğunu anladım. İnsanların bir bölümü bunun gibi evler ve bu evlerde sürülen yaşamlara hayranlık duyuyor. Bu hayranlığın bir sonucu olarak kadınların ve erkeklerin birbirlerinden beklentileri de zamanla değişiyor. Beklentilerin değişmesi birbirinden çok farklı sonuçları da beraberinde getiriyor. Şimdi evlilik sürecinde olan bir çifti hayal edelim. Çiftimiz kuracakları yuvada aradıkları huzur ve saadetin ancak ışıltılı eşyalarla mümkün olacağını düşünüyor. Yuvalarına davet ettikleri misafirleri kaliteli oturma gruplarında ağırlayıp, kaliteli yemek takımlarında sofralarına davet edecekleri zaman mutlu olacakları algısı içindeler. Anlamak mı, anlaşılmak mı? Beğenmek mi, beğenilmek mi? Biz bu soruların tam olarak neresindeyiz, bunu bilmiyorum.

16 Mart 2019

,

Korkulu Balık

Yaşamak bir su korkusudur balıkta
Balık
Korkuludur o camdan kalbin içinde

Yüzümü balığa çevirdim
Suyun mahrem balığın mahrum tarafına
Ona zaman tanıdım alışsın diye suya
Bu su, bu toprak, bu plaka yabancıydı ona da bana da
Krokisi yoktu kalbin
Levha yok, yol yok, çıkış yoktu
Nereye dönsem bende kalıyordu hesap
Nereye dönsem yolun iki ucu vardı
Biri benden çıkar biri balığa varırdı.

ıı.

Her sabah bir duvarı yıktım
Bir duvarı yeniden ördüm kan ter içinde.
Suyu izledim, balığı izledim, toprağı izledim
Vitrin camlarını, sokakları, garları, dağılan kalabalığı
Hızla akıyordu her şey bir bahane yoktu yavaşlamak için.

Hızlandıkça dünya korku arttı balıkta
Dağılan bir kokuyduk şimdi
Korkunun da kokusu vardı beklemenin
Başlamanın korkusu, başa almanın, başta olmanın
Suya dönmenin, suda dönüşmenin
Balığın mercan gözlerinden anlaşılırdı bu.

Yeniden sürekli yeniden yeni diye bir yerden
Bir bakıma yeniden değil miydi hayatın adı

ııı.

Suyun saydamlığı aldatır bizi, suya dünyadan bir şeyler karışır
Acır, acılanır, acıdıkça kararır
Su meleği karşımıza çıkar beni toprağa balığı suya çağırır.

Duvar yükselir, su yükselir, sertleşir kan damarda, balık pul pul dökülür de
Sevmek değil sevilmek değil aşk değil nefret değil
Geriye sonsuz bir oda kalır içimde.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Temmuz - Ağustos - Eylül 2018, Sayı 47

26 Şubat 2019

,

Aşkar Dergisi'nin 49. Sayısı Çıktı

Aşkar, 49
Aşkar Dergisi’nin 49. sayısı çıktı. Üç aylık yayın periyodu ile çıkan derginin Ocak – Şubat  – Mart 2019 tarihli sayısı güçlü bir ses olarak okurunun karşısında. 

Şiir, Türk Müziği Has Şiirimizdir, öykü, taarruzname, soruşturma, mesuliyet meselesi ve kitap olmak üzere yedi bölümden müteşekkil olan derginin şiir bölümü bu sayıda da oldukça güçlü. İrfan Dağ, Aziz Mahmut Öncel, Çağrı Subaşı, Yasin Fişne, Ali Yılmaz, Musa Günerigök, Seyit Köse, Ümit Çiçekli, Cengizhan Genç, Hikmet Çamcı, Burak Çelik, İsmail Şen, Murat Özel, Özgür Ballı, Cihad Özsöz, Emre Öztürk, Hüseyin Karacalar ve İdris Ekinci bu sayının şairleri arasında.

İrfan Dağ, “Üzül Mustafa üzülmeyen haindir / Sentetik bir kadına bakarken en çok üzül” mısralarıyla başladığı Parçalı Modern Lirik başlıklı şiiriyle derginin dikkat çeken şairleri arasında. Ayartılmış Gerçekliği Hapla başlıklı şiiriyle Aziz Mahmut Öncel, sıkılmış bir yumruk olarak okurunun karşısına çıkıyor. Hüseyin Karacalar, “Döşüme, düşüme sinen arayışımı kimseye yedirmem / Kaybolmak kime özgüdür” mısralarıyla arayışımıza, kayboluşumuza serin bir sığınak gösteriyor. İdris Ekinci, Cennet Dağı başlıklı şiiriyle seslendiği Ali’ye Cennetin dağ halini adım adım gösteriyor.

Mustafa Melih Erdoğan, Türk Müziği Has Şiirimizdir serlevhası altında Yesari Asım Arsoy isimli bestekârımızı konu ediniyor. Bestesi ve güftesi Arsoy’a ait olan Sazlar Çalınır Çamlıca’nın Bahçelerinde başlıklı hicaz şarkının da kendisine yer bulduğu bu bölümde bestekârın diğer eserlerine de değinilmiş.

Okur, derginin bu sayısında yedi öyküyle baş başa kalacak. Regaib Albayrak, Veysel Altuntaş, İsmail Demirel, Aysun Ellidokuzoğlu, Numan Altuğ Öksüz, Muhammed Şahin ve Selim Baki öykü bölümüne katkı sunan isimler.

Taarruznâme bölümünde Aziz Mahmut Öncel, Ne Söyler başlıklı yazısıyla şiirin bizi tanık tuttuğu gerçekliğe götürüyor.

Aşkar, Şiir Soruşturması başlığı altında geride bıraktığımız yılda Türk şiirinde yaşanan hareketliliği mercek altına aldı. Kafagöz Dergisi adına Ali C. Yoksuz, Nepal Fanzin adına Enes Kurdaş, Hece Dergisi adına Hayriye Ünal, Aşkar Dergisi adına İdris Ekinci, Heterotopya Yayınları adına Murat Üstübal, Mahalle Mektebi Dergisi adına Ömer Korkmaz, 160. Kilometre Yayınları adına Ömer Şişman, Kaygusuz Dergisi adına Salim Nacar geçtiğimiz yılın şiir verimini değerlendiren isimlerdi.
Öykü Soruşturmasında ise Necip Tosun, Post Öykü Dergisi adına Aykut Ertuğrul, İz Yayıncılık adına Güray Süngü, Muhayyel ve İtibar Dergileri adına Hüseyin Ahmet Çelik, Mahalle Mektebi dergisi adına Mehmet Kahraman geçtiğimiz yılın öykü verimini değerlendiren isimlerdi.

Mesûliyet Meselesi’nde ise Ferhat Nabi Güller’in “Başını Örten Kızlar Felsefe Bilmelidir” ve Mütesettir Kızlar Filozof Olmalıdır başlıklı yazısıyla karşılaşmaktayız. İsmet Özel’in Başını Örten Kızlar Felsefe Bilmelidir isimli eserini anlama ve anlatma gayreti içinde olan yazı, meşguliyet ve mensubiyetin önemine değiniyor.

Kitap bölümünde Halime Çakır, Mukadder Gemici’nin Nuh’un Kızı isimli eserini inceledi. Selim Baki ise İbrahim Aslaner ‘in Düş Düşe Uğultular isimli eserine mercek tuttu.