16 Eylül 2016

Karanfil Fanzin #21: Biliyoruz Bir Halk Ayaktayken Oturanlara Yer Yok!*

Karanfil Fanzin'in 21. sayısı çıktı. Sınırı 21. kez geçiyor, sesimizi 21. kez yükseltiyor ve yarım bıraktığımız şarkıya 21. kez dönüyoruz. "Şiirimiz kendini arıyor, ya şair?" sorusuyla başladığımız bu sayının manşetine Mustafa Melih Erdoğan'ın bir mısraı konuk oluyor. "BİLİYORUZ BİR HALK AYAKTAYKEN OTURANLARA YER YOK!" diyerek mesuliyetimizi ilan ve ihtar ediyoruz. Sezai Karakoç'tan yaptığımız bir iktibas ile şiirimizin istikametini çizdik. "Şiir, ruh pencerelerini Allah'a açtıkça şiirdir. Yoksa bal mumundan peteklerdir, bal değil."

21. sayımızda sizi karşılayacak olan ilk eser "Bir Şairken Zeyneb Olmak" başlıklı yazısıyla Merve Parlak'a ait. Divan Edebiyatı'nın bilinen ilk kadın şairi Zeyneb Hatun'dan yola çıkarak kadının şiirimizdeki yerini tahlil eden ve 2010 kuşağı şiirine de eleştiri getirmeyi ihmal etmeyen Parlak, şiiri fantezi metni haline getiren piyasaya karşı sesini yükseltiyor.

7 Ağustos 2016

,

Faaliyet Raporu

                                       Mustafa Melih Erdoğan’a

telefon gelir, şiir bölünür
bilenmiş bir bıçak olur ağzım

dilimi yontan yirmi dokuz yaranın ortasında, bilardo masalarında
beyaz gömleklerin, belgegeçerlerin, kabul günlerinin
çok tanrılı törenlerin, stabil nöbetlerin arasında
dağılır fotoğraflarda seyiren esmer delikanlılar
ölüm şekerlemelerle sunulur bizim çocuklara.

faaliyet raporlarında yeri yok bunun ve diğer olanların
dünyanın gavurlukla meşhur olduğu geçmiyor evraklara
kalem aleyhime duruyor masada, ha kırıldı ha kırılacak.
klavyelerde, gazetelerde ilahlar çok resimli, mühürler tamam, ekmek taze
sofrada dinmeyen kaşık sesleri, makina sesleri, pazar gezmeleri
homurtum evcimen, baba neşeli, anne şen.

yağmur amerika için tehlikeli bir maddedir,
piyasalar tedirgin olur suriyeli çocuklar sınıra yaklaşınca
yağan her damla zayıflatır dünyaya tutunan kolları
görünmeyen yaralar usulca iyileşir
yasemenler daha gür kokar dağlarda.

bankalar, holdingler, mezar kazıcıları, kalpazanlar
elimize silah tutuşturup namluyu bize doğrultanlar
afro sokaklarda, şişkin etine dolgun bir sırıtışla, ödemli kahkahalarla
çöl ülkelerine can simidi ihraç eden tüccarlar
harladığınız bu ateş, ceketinize sinen şam, tende biriken acı
yutacak sizi ummadığınız bir anda.

öyleyse daha derine girsin bıçak, ciğere kadar
washington’a kadar girsin, alsın sırtımızdan şu haçı
daha içe sesleniyorum, daha geniş açıyla,
yürümekle başlar başlar her şey
kır gezmesine çıkıyor gibi, cuma gecelerine
bahr’ül medidlere, şifa-i şeriflere
gidelim coşkun ırmakları, gürbüz kısrakları bıraktığımız ülkeye
koşmayı da hatırlarız bombalar patlayınca ensemizde.

Eyüp Aktuğ, Karanfil Fanzin, Sayı 20

24 Temmuz 2016

,

Nöbet Defteri

dağ yürümedi, kopmadı kıyamet, otobüs gecikmedi, yanmadı bilet
erkek adımlarla baharı yerinden kımıldatmak,
dökündüğüm yağmuru sana da getirmek için
elleyip ayartmak için dile gelmeyeni
o şarkıda, burada, şu taşa oturup
hazır kıta bekledim namlunun ıslanan ucunda.

hep bir satır eksik konuştum
kelimeler inmedi dağlardan, adın tel örgü
bu hudut günaydınlarla, merhabalarla çizildi
şimdi ellerim masada, sakındığım kapıda nöbetteyim.
yaşamak ölümle müteşekkil bir pıhtıydı tende
oysa kim dokunsa aynı yerden akacaktı kan
cümlenin ortasına varmadan kuruyacaktı dudak
sürdüğüm iz bir sokulsaydı aramıza
yüzüm takılı kalmazdı sırtındaki boşluğa.

radyo bozulmuşken, su bulanmışken, sen bana sekülerken
söktüğüm diş sızlıyorken hâlâ
haziran sabahları neyi vaat eder ki
vakit girdi mi, alnımdaki abdest taze mi?

çırpındım, dineldim, yüzüm yolda kaldı, eşiklerde kaldı
gördüm ki gün akşamlı her yerde, pencere kimin olsa yola bakıyor
ip incelmeden kopmadan umulmadık anda, perdeler sararmadan
çoğalan bakışlarımla, eriyen gözlerimle
sonsuz yasak bir meyve gibi
gündüz gözüyle seni sormak kavruk bir duada
sorup sorup aynı yere varmak, aynı ağacın altına.

sıyır soframa sürdüğün ağuyu, kabaran boşluğu seyrelt
şu taşa otur da ev ol, yaslandıkça göğsüme anne ol
bırak pencere kırık, perde isli kalsın.

Eyüp Aktuğ
Aşkar Dergisi, Nisan - Mayıs - Haziran 2016, Sayı 38

3 Temmuz 2016

Karanfil Fanzin #20: Kırbaç Kimin Elinde Semer Kimin Belinde


Karanfil Fanzin'in 20. sayısı çıktı. Sınırı 20. kez geçiyor, sesimizi 20. kez yükseltiyor ve yarım bıraktığımız şarkıya 20. kez dönüyoruz. Sevecen değiliz, gidin buradan. "KIRBAÇ KİMİN ELİNDE SEMER KİMİN BELİNDE" manşetiyle okurlarımızı karşıladık ve Cemal Süreya'dan iki mısra ile bir de not bıraktı. "Bir kırıldık daha da kırılırız / Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza."

10 Haziran 2016

, , , , , , ,

Kötü Adamın Tarafında Olmak

Fan filminden bir sahne

Sinema ile az ya da çok ilgili iseniz, güncel sinemayı da takip ediyorsanız Hint sinemasının dünyaya açılan büyük bir pazar olmaya başladığını fark etmişsinizdir. Türk sinemasına, özellikle sinemamızın Yeşilçam dönemine yakın temaların işlendiği, seyrek de olsa sofistike ve psikolojik anlatılarında kendisine yer bulduğu bir sektör. Daha önce (15 Nisan 2015) Hint sineması ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. Ekseriyetle dram türü üzerinde durduğum bir yazı idi. Bu yazımda ise bir başka filmden bahsedeceğim. Mayıs ayının ortasında tanıtımını izlemiş, üstelik hakkında yazılmış birkaç yorumu da okumuştum. Nisan ayında vizyona girmiş. Filmin adı: Fan. Shah Rukh Khan filmi üzerine giymiş desem yanlış bir yorumda bulunmuş olmam.

8 Haziran 2016

Şiirin Aradığı Şairin Bulamadığı

Şiir ve lisan birbiri ile yakından ilişkilidir. Lisanların kadimlik vasfına yücelmeleri ve yükselmeleri şiir sayesinde olmuştur. Çünkü şiir, lisanın talim sahası olduğu gibi lisanı kemale ulaştıracak ve onun bakir taraflarıyla oynamaya imkan verecek bir alandır. Şiir, bu yönüyle lisanın muhafazasında ve lisanın tekamül seyrinde çok önemli bir vazife icra eder. Lisan da şiirin bu vazifesine hareket imkanı tanıyarak onu rahatlatır. Doğu edebiyatı da göz önüne alınarak düşünüldüğünde mesele dönüp dolaşıp aynı yere varmaktadır. Mevzuyu Türkçe'ye ve edebiyatımıza getirmek istiyorum. Yazıya ait ilk tecrübe Fenike'nin alfabe ihraç etmesiyle başladı. Bu konuya işaret olarak Cemal Süreya'nın Ortadoğu isimli şiirinin birinci bölümünden şu mısraları paylaşabilirim: "çirkin kuşları ağulu böcekleri besledi / sayda'yı hatusas'ı troya'yı / alfabe ihraç eden fenike'yi / alfabe ithal eden ankara'yı" 

Dil kelimesi yerine lisan kelimesi ısrarla kullandığımı fark etmişsinizdir. Bunun nedenini açıklarken şu örneği vermek isterim. Örneğin, Katalanca İspanya'da konuşulan bir dildir, bir lisan değildir.. Katalan bölgesin de konuşulur. Fakat İspanyolca bir lisandır. Yabancı lisanlar ile komşuluk ilişkisi yaşayan veya bir şekilde yabancı lisanlar ile münasebet kurmuş her lisan ister istemez o lisanlardan kelimeler devşirir. Türkçe, tarih boyunca Arap ve Fars lisanlarıyla komşuluk etmiş ve pek tabii o lisanlardan kelimeler devşirmiştir. Doğu milletlerinin ruh röntgenini tetkik ettiğimizde göreceğiz ki ister Türk olsun, ister Arap olsun, ister Fars olsun, bu milletler birbirleri ile sıcak temas halinde bulunduğundan dolayı benzer hadiseler karşısında benzer tepkilerde bulunurlar. Bu yönü ile doğu bir bütündür. Örneğin Doğu'da ortak bir Leyla metaforu vardır. Gizlenen sırlar, açığa vurulan hisler benzeşiktir. Türklerin bulunduğu coğrafya itibariyle etkileşime açık olmasını, lisanına devşirdiği kelimelere bakarak olumsuz bir yargıda bulunmak ve Türkçe'nin asliyetini yitirdiğini düşünmek yanlış bir kanı olacaktır. Divan edebiyatını ve o döneme ait eserleri -öncelikle şiirleri- incelediğimiz zaman son derece sanatlı, gösterişli, her an kendisini talim eden bir lisan ile karşılaşmış olacağız. Divan edebiyatını gül, bülbül, kadeh, şarap dörtlemesi olarak görmek ve onu bu kadar sığ bir tarifle anlatmaya çalışmak en ölçülü ifade ile deliliktir.