30 Nisan 2015

Akşam Oldu Anne

Akşam Oldu Anne
Eyüp Aktuğ

- Dinçeeer, oğlum yemek hazır, nerdesin?
- Geliyorum anneee.

Kapattı pencereyi. Dışarıda oradan oraya koşturan oyun arkadaşlarını izliyordu, yaklaşık bir saattir. Şu top sektiren Ahmet, onun hemen yanında Ahmet'in top sektirmesini sayan Mustafa... Sanırım yarış yapıyorlar. Bir de şu duvarın önünde bebeğinin saçlarını tarayan Ayşe var. Meliha Teyze'nin sandalyesini güneşin altına koyuşu, bankada veznedarlık yapan Necla Hanım'ın yorgun adımlarla evine dönüşü, henüz liseye yeni adım atmış Yasin'in kravatını şimdiden yarıya kadar düşürmesi...


- Anne tuzu verir misin?
- Çok tuzlu yiyorsun oğlum.

Susamlı ekmeği çok sever. Simiti sevdiği gibi. Avuç içi büyüklüğündeki ekmeğini çorbanın içine daldırırken, aklında aynı soru tekrar edip duruyordu. Dışarı ne zaman çıkabileceğim? Sıkılmıştı evden. Oysa babası Fikri Bey, Ömer Seyfettin'den bir seri hikaye kitabı getirmişti onu bu sıkıntıdan kurtarmak için. Neredeyse her kitabı iki defa okumuştu. Artık kitaplar da sıkıntısını gidermiyordu. Bütün gün pencereden dışarıyı izlemekle vakit geçer miydi?

- On üç tane araba geçti anne.
- Ne arabası oğlum?
- On üç tane, bugün sokağımızdan on üç tane araba geçti.

Can sıkıntısı işte. Bir çocuk sokaktan geçen arabaları sayacak kadar sıkılmışsa, problem başlamış demektir. TRT İstanbul Radyosu'nda Mozart'ın 40. Senfoni'sinin icra edileceği yazıyor gazetenin üzerinde. Altında küçük bir pasaj var: "Batı Klasik Musikisinin büyük bestekârlarından Amadeus Mozart'ın eşsiz eseri 40. Senfoni bu akşam 19:30'da TRT İstanbul Radyosu marifetiyle siz değerli dinleyicilerimize ulaştırılacaktır."

- Karnım doydu anne.
- Çok şükür Allah'ım de bakalım.
- Çok şükür Allah'ım.

Kimse kalmamış sokakta. Akşam ezanı okunuyor. Acaba yarışı Ahmet mi kazandı yoksa Mustafa mı? Yasin'in penceresinden Orhan Gencebay'ın şarkıları duyuluyor. Necla Hanım'da yüksek ihtimal yüzündeki boyaları temizliyordur. Meliha Teyze mi? O malum zaten, rahmetlik eşinin fotoğrafındadır gözleri şimdi. Gözleri dolmuştur belki de. Yazmasını düzeltiyordur fotoğrafı öpmeden önce.

- Oğlum, kapat pencereyi. Ev soğuyor.
- Akşam oldu anne.

26 Nisan 2015

, , , , ,

Merhabalar Olsun - Ah Müjgan Ah

Ah Müjgan Ah filminden bir sahne

Başrollerini, malumu olduğunuz üzere, Sadri Alışık ve Esen Püsküllü paylaşıyor. Filmin kötü adamı ise siyah - beyaz dönemin, yakışıklı ve züppe rollerinden aşina olduğumuz Salih Güney. Filmin başlangıç bölümünden bir sahne çıkardım sizler için. Kopyala - yapıştır değildir el emeğim var. :)

20 Nisan 2015

, , ,

Türk Edebiyatının Kitap Annesi: Gülten Dayıoğlu

Gülten Dayıoğlu bir okul ziyaretinde

Her insanın bir kitap serüveni vardır. Bu serüven çoğunlukla ilkokul yıllarıyla birlikte, mektep sıralarında, sınıf kitaplığındaki kitaplarında elden ele dolaştırılıp, dönüşümlü bir şekilde okutulmasıyla başlar. Hatırlıyorum,  bana okuma ve yazma öğreten öğretmenim birinci sınıfın sonunda farklı bir ile tayin olmuştu. Adı Eşref'ti. Beni bir kış günü arabasıyla evime bırakmıştı. Beyaz bir arabaydı. O günden sonra Eşref öğretmenimi ailemden birisi gibi görmeye başlamıştım. Sonra gitti. Üzülmüştüm gerçekten, hatta bana bir veda konuşması dahi yapmıştı Eşref öğretmenim. Nihayet ikinci sınıftaydım. Sınıf öğretmenimizin adı Türkân'dı. Biraz sinirli bir mizacı vardı. Ondan çekiniyordum. Ben Türkân öğretmenimi içselleştiremedim. Ona karşı derinlerde bir soğukluk vardı bende. Türkan öğretmenime karşı hissettiğim bu uzaklığın nedeni ise onun Eşref öğretmenim hakkında kötü şeyler söylemesiydi. İkinci sınıfta olmamıza rağmen, sınıf arkadaşlarımızdan bazıları okumayı ve yazmayı tam olarak öğrenememişti. Okuma - yazma bilmeyen bir öğrencinin ikinci sınıfa geçmesini kabullenemiyordu. Bunun için, Eşref öğretmenime kızıyordu. Kırmızıya yakın kahvrengi saçları vardı Türkan öğretmenimin. Onu görünce aklıma televizyonda gördüğüm İstanbul geliyordu. Taşradan değildi Türkan öğretmen. Bizim hep sessiz olmamızı isterdi. Gürültü yaptığımız zaman kızardı. İtiraf etmem gerekirse beni kitaplardan ve okuma - yazma eyleminden soğutmaya başlamıştı.

18 Nisan 2015

, , , , , , , , ,

Sanat Üçgeni: Şiir, Şarkı ve Film

Fotoğrafı bugün akşam namazından sonra çektim. Tam haline buradan bakabilirsiniz.

Şu satırları Amr Selim'den Saken Osady şarkısını (şarkı dediğime bakmayın, ensturmantel bir eser) dinlerken yazıyorum. Gece yarısına bir saat var. Güneşli bir günü geride bıraktım. Sakin ve huzurlu bir gündü benim için. Aslına bakarsanız gün boyunca uykuluydum. Sabah namazından sonra uyuyabildim. Dört saatlik bir uyku ile güne başladım. Ne yaptım da geceyi uykusuz koydum böyle? Evvela Analitik Kimya (şu kitaba) çalışıyordum. Malum ya önümüzde sınav var. Gece 02:00'a kadar devam etti çalışmam. Baktım başım şişmeye başladı. Hilary Hahn'ın icra ettiği Vivaldi bestesi olan Dört Mevsim'i (yaz bölümü) açtım. O sıra mutfağa geçtim, kahve için ocağa koyduğum suyun kaynama sesini fark ettim de. Peşinden kitaplığıma doğru yöneldim. Gözüme Kemal Sayar'ın şiir kitabı ilişti. Bütün şiirlerini tek kitapta birleştirdiği bir kitap. Ağır adımlarla (ışığı yakmayı unuttum) Hilary'nin bastığı notaları takip ettim. Nihayet sandalyeye oturabildim. Beni tanıyorsanız, Kemal Sayar'ın bu şiir kitabını elime aldığım zaman hangi şiir ile başlayacağımı biliyorsunuzdur. Beni tanımayanlar için söylüyorum. Ruknettin'in Kalbi İçin Kehanetler. 2013 yılında almıştım bu kitabı. Her neyse... Biraz önce bir takım şeylerden bahsettim ya... Ben bu olaya "ayin" diyorum. Benim şiir ayinim bu. Gerekli şartları temin ettiğimde şiiri yaşayarak okurum. Büyük bir haz alırım okuduğum şiirden. Defalarca aynı şiiri okurum bazı anlarda. İşte dün ki şiir ayinimden bir kesit sunayım sizlere.

17 Nisan 2015

,

Göğe Tutulan Ayna | Eyüp Aktuğ

rabbim dağların boy mu atıyor
yoksa yeryüzüne mi iniyor bu gök?

bir kadın tanıdım vaktiyle dünyanın birinde
roma’yı ikiye bölecek kadar güzel
bir çağı yerinden oynatacak kadar.
eğer kristof kolomb görseydi onu
cayardı amerika’yı keşfinden.

ı.
boynunu kiraz ağacına uzatırken mırıldandığım şey:
uzun günbatımları olurdu güldüğü zaman.

göreli bir maviliğin koynuna uzandın
ve saçlarına sakladın yağmuru
bense karanlığı sıyırdım gözlerinden.
evet böyle başlamış olmalıydı
bunca kalabalıktan bize
bir tenhalık yontan hikâyem.

ıı.
bir yağmur zamanı onu izlerken gördüğüm düş:
gökyüzünü okudum onu severken.

kimsenin okumadığı bir kitaptı gökyüzü.
sen ellerini sürdüğünden beri bulutlara
avuçlarım açık hava kütüphanesi,
yeryüzüne dağılıyorum ıslandıkça.
sen tarif edemediğin bir şey sunuyorsun bana
ben onun adına yaşamak diyorum.

ııı.
ayakları toprağa değince başlayan şarkı:
anladım ki sevmek için çok kalabalık buralar.

yüzüme yağmur gibi dökülen o tebessüm
ah bir bilseniz yaşamak nedir?
sizin gözlerinizi büyük caddeler incitmiş
hem çok kaş çatışı olmuşsunuz.
oysa toprağa düşen bir gök resmi
yağmura üflediğim bu şiir.

Eyüp Aktuğ
(Enfa Edebiyat Dergisi'nin 1. sayısında yayınlamıştır.)

15 Nisan 2015

, , , , , , , , , , , , , ,

Beğendiğim Hint Filmleri

Hint filmlerinden bir kolaj

Merhabalar olsun. Şu sıralar biraz yoğun geçiyor günlerim. Dergi ve fanzin koşuşturması beni biraz yordu. Ama şikayetçi değilim. Bu yorgunluk hoşuma gidiyor. Sanırım bir süre bu koşuşturmaya ara verip önceliklerime dönmem gerekiyor. Her neyse. Bu yoğunluk arasında ne vakittir yazmayı düşündüğüm şeyler aklıma geldi. Hint sinemasından bahsedeceğim. Benim Hint sineması ile tanışmam bir kaç sene önce Shahrukh Khan filmleri ile oldu. Ubeydullah, o dönemleri iyi bilir. Daha önce Hint sinemasından elbette haberdardım. Ama abidik gubidik kanallarda abidik gubidik Hint filmlerinden fazlası değildi bu haberdarlık. Oysa öyle olmadığını anladım. Sonra Aamir Khan isimli bir diğer Khan'a denk geldim. Onun filmleri de hoşuma gitti. Ama Shahrukh Khan kadar değil. Sonra Selman Khan'ı gördüm listede. Ama onun tarzını beğenmedim. Oyunculuğuna bir şey demiyorum. Sadece aksiyon filmleri, vurdulu kırdılı macera filmlerini sevmiyorum ben. Fazla uzatmadan bende yeri ayrı olan ve izlemekten sıkılmadığım Hint filmlerini beğeni sırama göre sizlerle paylaşmak istiyorum. Biraz da yorumlarımı...